11 Şubat 2016 Perşembe



Evrendeki Zeki Medeniyetlerin Sayısını Veren Drake Denklemi

İnsan zihninin en büyük sorgulamalarından birisidir evrende yalnız olup, olmadığımız. 1950'li yıllarda Frank Drake, bu sorunun üzerine gitmiş ve yaratmış olduğu denklemle, az da olsa bizlerin bu sorusuna cevap getirmiştir.
Soru basit aslında: Herkes Nerede?
Evet, herkes nerede?

Herkes nerede?



Herkes nerede?
Büyüklüğü tartışılmaz olan Evren hakkında birazcık düşününce birçoğumuz bir şeylerin farklı olduğunu hissediyoruz, değil mi? Bu denli büyük bir evrende bizim kadar gelişmiş canlıların var olması matematiksel olarak ihtimaller dahilinde olduğu gibi, daha az ve daha çok gelişmiş canlıların olabilitesi de mümkündür. Eğer varlarsa bize neden ulaşamadılar? Eğer yoklarsa biz nasıl varız?
Bu ikilem de bizleri yıllardır çözümünü aradığımız fakat bulamadığımız şu soruya götürüyor: 
Herkes nerede?

''Bizden başka akıllı yaşam var mı?''



''Bizden başka akıllı yaşam var mı?''
Açık bir gecede gördüğümüz gökyüzünü, uçsuz bucaksız bir derya olarak algılarız. Ama aslında sadece çok yakın komşularımızı görmekteyizdir. En açık gecelerde dahi gördüğümüz yıldız sayısı 2500’i geçmez. 2,500 yıldız, galaksimizde bulunan tüm yıldızların yüz milyonda biridir. Bu 2,500 yıldızın hemen hepsi bize 1,000 ışık yılından daha yakındır. 1,000 ışık yılı ise Samanyolu galaksisinin çapının %1’idir. 
Yıldızlar ve galaksilerden bahsetmişken, insanları üzerinde düşünmeye sürükleyen ve zihinleri uzun süredir meşgul eden şu soru akla geliyor: “Bizden başka akıllı yaşam var mı?”

Drake Denklemi



Drake Denklemi
Samanyolu Galaksisi içerisindeki "akıllı medeniyetler"in sayısına ulaşma amacıyla Frank Drake tarafından 1961 yılında geliştirilen denklem, "Drake Denklemi" olarak bilinir. Bu denklem, Samanyolu içindeki yıldız ve gezegenlerin sayısı, yıldızların ömür süreleri gibi oldukça iyi bilinen ve çok büyük, her anlamda ‘astronomik’ faktörlerle ölçülebilen; kimyasal/biyolojik süreçlerin hayatın oluşturabilmesi olasılığını içeren ve daha az bilinen bazı temel-bilimsel faktörlerin yanında, hakkında daha da zor tahminlerde bulunabildiğimiz bazı psikolojik/sosyolojik faktörlere de sahiptir. 
Her ne kadar Drake Denklemi, bu tür bilinmeyen faktörleri içermesinden ötürü bir kesim tarafından eleştirilse de, yine de bilim insanlarına genel bir çerçeve çizebiliyor olması bakımından faydalı bir araç olarak görülebilir. Denklem ve içeriğindeki terimler tam olarak şöyledir (* işareti çarpma, / işareti bölme anlamına gelmektedir): 
Nm (medeniyetlerin sayısı) = N (yıldızların sayısı) * f (Güneş türü yıldızların oranı) * M (gezegenlerin sayısı) * g (hayata uygun gezegenlerin oranı) * h (hayatı başlatanların oranı) * i (akıllı medeniyetlerin ortaya çıkma olasılığı ) * T (medeniyetin haberleşme istemli hayat süresi ) / S (Samanyolu ömrü) 
veya sadece sembolik olarak: 
N = R* fp* ne* fl* fi* fc* L

Peki, bu semboller ne ifade ediyor?



Peki, bu semboller ne ifade ediyor?
Şimdi gelin tek tek bu sembollerin ne manaya geldiklerini inceleyelim. 
N: Haberleşebilen uygarlık sayısı 
R: Uygun yıldızların (güneş benzeri) oluşma hızı 
Örneğin; Samanyolunda bu şekilde 10 milyar yıldız olsa, evrenin de 10 milyar yaşında olduğunu varsayarsak, ‘R’ ifadesi 1 değerini alır.. Tabi ki siz evrendeki yıldız sayısını daha fazla varsayabilirsiniz.. O zaman da R’nin alacağı değer artacaktır. 
fp: Evrende var olduğunu varsaydığımız yıldızlardan, çevresinde gezegen olanların oranı 
Son yıllarda keşfedilen gezegen sistemlerini de göz önüne alırsak eğer bu değer 0.1'den başlayarak, ‘bu tarz yıldızların çevresinde gezegen zaten oluşur’ fikrini baz alırsanız eğer 1'e kadar gidiyor.. 
ne: Bu gezegen sistemlerindeki yasama elverişli gezegen sayısı 
Bilim adamları bu değişken için genelde 1 ila 2 arasında bir tahmin yürütüyor... Denklemdeki en çok tartışılan parametlerden birisi de bu. Çünkü şu an itibari ile güneş sisteminde yaşama tam olarak elverişli durumda olan sadece Dünya var. Fakat 2011 yılında yapılan çalışmalar sonucu keşfedilen arsenik bazlı bakteriden sonra, denklemdeki "dünya benzeri yaşamı destekleyen gezegen sayısı" parametresinin tahmin edilenden daha fazla olduğu ortaya çekmiştir.
Beynini Eşelemeyi Sevenlere: Evrendeki Zeki Medeniyetlerin Sayısını Veren Drake Denklemi
fl: Evrendeki gezegenlerden, üzerinde canlı oluşanların oranı 
Bu konuda bilim insanlarının edindiği genel görüş, yaşamın oluşma ihtimali varsa eninde sonunda oluşacağı seklinde, yani oran 1..
fi: Bu canlılardan akıllı olanlarının gelişebilme oranı 
Bu parametreyi de bilim insanları 1 olarak kabul etmişler. Canlılık varsa mutlaka gelişim de olur mantığından hareketle. 
fc: Bu canlılar arasında haberleşenlerin oranı 
İşte üzerine en çok tartışılan parametre bu. Bazı bilim insanları, tıpkı her akıllı canlının en sonunda gelişeceğini düşündükleri gibi aynı şekilde akıllı varlıkların sonuçta haberleşmeye geçecekleri mantığıyla bu parametreyi de 1 ya da 1’e yakın kabul etmişlerdir. 
Fakat karşıt görüşe sahip olanlar ise şunu savunuyor: Eğer bu denklemi dünya bazlı olarak hesaplamaya çalışıyorsak, şu an itibari ile SETI projesi kapsamında iletişime geçebildiğimiz hiçbir akıllı medeniyet olmaması nedeniyle bu parametre 0 kabul edilmelidir. Eğer bu parametre 0 olarak alınırsa bu sefer N, yani evrendeki akıllı medeniyet sayısı 0 olacak. Tabi sonucun sıfır olması halinde ortaya da bir paradoks çıkmaktadır, eğer 0 tane yaşam formu çıkıyorsa, biz de yokuz demektir. 
Yoksa biz zeki bir yaşam formu değil miyiz?
Beynini Eşelemeyi Sevenlere: Evrendeki Zeki Medeniyetlerin Sayısını Veren Drake Denklemi
l: Haberleşebilir uygarlıkların yaşam süresi 
Denklemin kestirilemeyen bir başka noktası.. Kendi uygarlığımızın bile ne zaman yok olacağını bilemezken, evrendeki diğer uygarlıklar hakkında böyle bir tahmin yürütmek biraz havada kalıyor. Sonuçta insanoğlu haberleşme çalışmalarına başlayalı sadece 100 yıl gibi bir süre oldu. 
Denklemin yaratıcı Frank Drake, çok fazla değişken ve olasılık içeren bu denklemin bir çözümü için 10.000 bulmuş, yani yalnızca bizim gök adamızda bile 10.000 tane akıllı uzaylı olduğunu iddia etmiş.

Siz de bu denkleme göre evrendeki akıllı medeniyet sayısını hesaplayabilirsiniz.



Siz de bu denkleme göre evrendeki akıllı medeniyet sayısını hesaplayabilirsiniz.
Sizler de bu parametrelere değerler atayarak, evrendeki akıllı medeniyet sayısını hesaplayabilir ve olası zeki ve haberleşen medeniyet sayısını bulabilirsiniz.

9 Şubat 2016 Salı

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler Gerçek Hikayesi(Snow White and the Seven Dwarfs)Maria Sophia Margerete Christina Von Erthal


Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken…ile başlayan ne çok masal dinlemişizdir bir zamanlar hepimiz küçük birer çocukken. Uyuma ritüelinin vazgeçilmez şekerleriydi belki de masallar. Kıpkırmızı, parlak, tatlı mı tatlı bir elma şekeriydi belki de sizinkisi. Uyumaya direndiğimiz anlarda ebeveynlerimizin kurtarıcı silahlarıydı. Sonunu kaçırmadan dinlediğiniz, uykuya esir ya da yenik düşmeden can kulağıyla, büyük bir heyecan ve merakla dinlediğiniz kaç masal var şu an havsalalarınızda?
''Masallar çocuklara uyumaları, yetişkinlere de uyanmaları için anlatılır'' derken Jorge Bucay neyi kastetmiş olabilirdi? Masalların arkasında yatan gerçek hikayeleri kastetmiş olabilir miydi? Madalyonun görünmeyen arka yüzünü ya da kırmızı perdenin ardında saklanmış kahramanların gerçek rollerini?
Turgut Yüksel 'Sekizinci Günah' adını verdiği yazısında ''Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler''masalının aslında hiç bilmediğimiz gerçek yönlerini, masalın dehlizlerindeki gizemi ortaya koymuş.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'i biraz hatırlayarak, masalın derinliklerine, Yüksel'in satır aralarına ve aklıma düşen bir filmle yolculuğumuza devam edelim hep birlikte.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, ilk kez 1812 yılında Alman Grimm Kardeşler tarafından derlenmiş ve basılmış olan bir halk masalıdır. Kötü kalpli ve kıskanç üvey annesi tarafından ondan daha güzel olduğu için öldürülmek üzere ormana gönderilen ve ormanda cücelerle beraber yaşamaya başlayan bir prensesin maceralarını anlatır.
Peki bu masal nasıl ortaya çıkmıştır?
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Jacob ve Wilhelm Grimm Kardeşler'in Frankfurt'a uzanan yolculuklarının sebebi, oradaki güçlü bankerlerden biri olan Rudi Völler'den almış oldukları siparişi teslim etmektir.
Bu sipariş nasıl bir siparişti peki?

Völler, Grimm kardeşlerden kendisi için bir hikaye yazmalarını istemiştir. Zira uzun zamandan beri sıkıcı geçen gecelerini heyecanlandırmak için bir şeyler yapmak istemektedir. Geceleri şömine karşısında okuduğu pornografik hikayeler kendisini eskisi kadar heyecanlandırmaz olmuştur. Çünkü hikayeler zaman içinde masumlaşmış ve kafasında oluşan yeni eğilimlerden bir hayli uzaklaşmışlardır. Bu sebeple kendisini heyecanlandıracak, tatmin edecek yeni öykülere ihtiyacı vardır. Burada devreye giren Grimm kardeşler Völler'in özellikle istediği cinsel sapkınlık temalarını içine koyabilecek bir omurga olarak Frejya'nın cücelerle olan ilişkisini kullanmaya karar vermişlerdir.
Frejya, İskandinav mitolojisinde aşkın ve cinselliğin tanrıçası. Söylediği açık seçik şarkıların çoğu sansürlenmiştir. Mitolojideki hikayeye göre; Alfrigg, Berling, Grerr ve Dvolin isminde dört cüce muhteşem bir gerdanlık yaparlar ve Frejya'nın bu gerdanlığa sahip olabilmesinin tek şartı; cücelerle geçireceği bir gecedir.
Grimm'ler Frejya'nın hikayesini Dante'nin İlahi Komedyası'yla, eski dönemlerin gotik halk esatirleriyle yoğurarak, içine de Völler'in istediği cinsel eğilimleri de katarak Pamuk Prenses, yani gerçek adıyla 'Maria Sophia Margerete Christina Von Erthal' ve yedi ölümcül günah isimli pornografik öyküyü yazarlar.
Völler hikayeden öyle haz alır ki, hikayenin kendisine sunduğu zevk denizinde uzun geceler yüzer. Zira bir zaman sonra içinde yüzdüğü haz denizi kendisine dar gelmeye başlar ve bu denizi, okyanusa çevirmek için Grimm kardeşlerle tekrar bağlantıya geçer. İstediği tek şey; bu hikayeyi ebeveynlerin çocuklarına çekinmeden okuyabilecekleri bir masal haline dönüştürmeleridir. Tek bir şartı vardır yalnızca. Haz aldığı cinsel hezeyanlar masalda yerini aynen koruyacaktır. Bu görüşmeden dört ay sonra anneler ve babalar, uykuya direnen çocuklarına piyasaya yeni çıkan'Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler' masalını okuyorlardır.

Yedi Cüceler yani;
Anger - Öfke
Avarice - Açgözlülük
Envy - Kıskançlık
Gluttony - Oburluk
Lust - Şehvet
Pride - Gurur
Sloth - Tembellik
Bunlar Dante'nin İlahi Komedya'sında cennete giden yolda arınılması gereken yedi ölümcül günahın isimleridir. Grimm kardeşler hikayenin ilk halinde yedi cüceye bu isimleri vermişlerdir. Çünkü Völler'in amacı günahtan kaçmak değil aksine günaha bulanmaktır. Aynen Pamuk Prenses gibi…
Hikayede, Pamuk Prenses cücelerin evine girdiğinde, masada duran yedi tabak görür ve her tabaktaki yemekten birer kaşık alarak yer. Bu onun yedi günahı tek tek tatmasını ve daha sonra bundan aldığı haz ve zevkle kendinden geçerek uyumasını anlatır. Grimm kardeşler hikayeyi masal haline dönüştürünce Tembel, Obur ve Öfkeli dışındaki dört cücenin ismini değiştirir ancak isimleri değişmiş olsa bile işlevleri pornografik hikayeyle aynı kalır.

8 Şubat 2016 Pazartesi


MASALLARIN ORJİNAL HALLERİ


1800’lerin başında Jacob ve Wilhelm Grimm, nam-ı diğer Grimm Kardeşler, çoğunun sonu bilinmeyen yaşam deneyimlerini bir araya getirdiler ve ortaya hepimizin yakından bildiği o müthiş derleme çıktı: Grimm Masalları. Grimm Kardeşler’in temelde yaptığı unutulmaya yüz tutmuş Alman söylencelerini derlemek ve koruma altına almaktı. Derlemelerinin ilk hali gerçek ve ürkütücü olaylara dayanıyordu. Fakat Grimm Kardeşler yine de bu olaylara daha pozitif bir pencereden bakmayı tercih ettiler ve bu söylenceleri yeniden yorumladılar. Bu doğrultuda kendilerine öncü kabul ettikleri isim, peri masallarının babası kabul eden ve meşhur balkabağından arabanın da yaratıcısı olan Fransız yazar Charles Perrault’tu. Perrault’un kaleme aldığı masallar da gerçek hadiselere dayanıyordu ve çoğunlukla yetişkinlere hitap eden metinlerdi. Ne de olsa takvimler henüz 17. yüzyılı gösteriyordu ve çocuk edebiyatından bahsetmek pek de mümkün değildi doğrusu. Çoğu gerçek hayat hikayelerine dayanan ve 17. yüzyıldan günümüze daha pozitif, daha hayalci ve daha çocuksu bir hal kazanan bu masalların ardında yatan gerçeklere gelin beraber bir göz atalım.

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler



Bu masalın temeli 16. yüzyılda yaşamış Margarete von Waldeck adlı bir asilzadenin trajik yaşamına dayanıyor. Margarete, abisinin küçük çocukları bakır madeninde işçi olarak çalıştırdığı Bad Wildungen’de büyümüş. Madende çalışmanın etkisiyle vücutları ciddi ölçüde deforme olan çocuklar cücelere benzerlermiş o vakitler. Meşhur zehirli elma da yaşlı bir adam tarafından işçi çocuklara dağıtılan çürümeye yüz tutmuş meyvelerin bir metaforu imiş. Margarete’in üvey annesi onu sürekli küçümser, hor görürmüş. Sonunda da başından def etmek için Margarete’i Brüksel’e göndermeye karar vermiş. Margarete güzelliğiyle göz kamaştıran bir genç kızmış ve İspanya Kralı’nın oğlu prens II. Philip, Margarete’e kör kütük âşıkmış. Bu aşkı onaylamayan İspanya Kralı gizli ajanları vasıtasıyla Margarete’i zehirletivermiş. Görünen o ki Margarete ve Prens Philip pek de öyle sonsuza kadar mutlu yaşayamamışlar.

Rapunzel



Rapunzel, temelde eski bir Hıristiyan öyküsüne dayanıyor. 3. yüzyılda, Akdeniz ülkelerinden birinde pagan bir tüccar yaşarmış. Bu tüccar kızına garip bir tutku ile bağlıymış. Öyle ki kızına evlenmeyi yasaklamış. Kıskanç baba seyahate gitmesi gerektiği zaman da kızını kulesine kilitlermiş. Saç konusunun nasıl bu kadar önemli hale geldiğine dair elimizde bir veri yok ne yazık ki, fakat babası tarafından kuleye kapatıldığı zamanlarda genç kızımızın yüksek sesle Hıristiyan inançlarını dışa vuran dualar ettiği ve dualarının ta kentin öteki yanından duyulduğu biliniyor. Kızının kendi pagan tanrılarını reddettiğini ve Hıristiyan olduğunu öğrenen tüccar, kızını önce inancını terk edip baba inancına dönmeye zorlamış, istediğini alamayınca da kızının kellesini uçurmuş. Bu cinayetten kısa bir süre sonraki bir genel grev sonrasında tüccar da kellesinden olmuş. Sesini bütün kasabaya duyurarak tanrısına dualar eden Rapunzel ise, Azize Barbara adıyla, Ortodoks kilisesinin azizeleri arasına katılmış.

Mavi Sakal



Perrault, öyküsünü, oğlu tarafından katledileceği kehaneti ile uyarılmış bir ortaçağ hükümdarı olan Conomor’un yaşam öyküsü etrafına kurmuş. Bu korkuya kapılan Coromor ne vakit eşlerinden biri hamile kalsa onu öldürürmüş. Perrault bu öyküyü başka bir öyküyle, 15. yüzyılda yaşamış, Yüzyıl Savaşları’nda başarılar kazanmasının yanı sıra çocukları öldüren bir seri katil olmasıyla da ünlenen ve Mavi Sakal olarak da anılan bir asilzade olan Gilles de Rais’in öyküsüyle birleştirmiş. Gilles de Rais’in Mavi Sakal olarak anılmasının sebebiyse gerçekten de mavi sakallara sahip olması değil, atının pürüzsüz kürkünün gün ışığında mavi bir yansımaya sahip olmasıymış. Gilles de Rais kan donduran duruşması sırasında çocukları nasıl avladığını ve onlara nasıl işkence ettiğini de ayrıntılı bir biçimde itiraf etmiş. Bu iki korkunç öyküyü harmanlayan Perrault ise kendi korkunç kahramanı olan Mavi Sakal’ı yaratmış.

Hansel ve Gretel



Hansel ve Gretel’in öyküsünün çocukları başıboş gezintilerden alıkoymak amacıyla tasarlandığı ortada. Fakat 1315-1317 yılları arasında yaşanan ve özellikle Avrupa ülkelerini vuran büyük kıtlığın ölümlerin yanı sıra küçük çocuklara yönelen bir yamyamlığı da beraberinde getirdiğini tahmin etmek mümkün değil doğrusu. Ayrıca o dönemde ailelerin karnını doyuramadıkları çocuklarını ıssız yerlerde terk etmesi de yaygın bir durummuş. Bu hikaye 1600’lerde yaşamış ve yaptığı harika zencefilli kurabiyelerle ünlenmiş Katharina Schaderin’in kıskanç bir erkek aşçı tarafından cadılıkla suçlanması hikayesiyle birleşince olmuş size Hansel ve Gretel. Hikayenin asıl acıklı yanı ise, cadılık iddiası sebebiyle kasabadan kovulan Katharina’nın kasabayı terk ederken bir grup kızgın komşu tarafından yakalanıp eviyle beraber ateşe verilmesi. Demek, cadılar kimi zaman sandığımız kadar kötü olmayabilirler.

Külkedisi



Perrault’un hayat verdiği bu peri kızları kadar güzel ve bir o kadar da bahtsız genç kız aslında Rhodopis adlı bir Yunan kızının tezahürü. “Elma Yanak” olarak da anılan bu genç kız, Trakya dolaylarında yaşarken esir alınmış ve köle olarak Mısır’a satılmış. Mısır halkına hiç benzemeyen beyaz tenli yaradılışı onu son derece kıymetli hale getirmiş ve efendisi onu mücevherlerle süsleyerek sergilemeye başlamış, ki bu mücevherlere bir çift altın ayakkabı da dahilmiş. Gerek çarpıcı güzelliği, gerekse altın ayakkabıları sayesinde Rhodopis, Firavun Amasis’in de dikkatini çekmiş ve Amasis de Rhodopis’i eş olarak almış. Her ne kadar onun tek eşi olmasa da Rhodopis firavunun eşlerinden biri olarak saygı görmüş ve resmi seremonilere gereğince katılmış. Ayrıca firavun Amais’in cinsel arzularını tatmin etmek için her daim hazır ve nazır da bulunmuş elbette. Peki sonradan edindiği bu statü genç Rhodopis’in sonsuza kadar mutlu yaşamasını sağlamış mıdır acaba? Sanmıyorum.


Külkedisi Sindirella Masalının Başka Versiyonu

Aslında Külkedisi Cinderella'nın kökeni MÖ 1. YY civarlarına dayanmakta. Arabanın balkabaklığı ve ayakkabıların camlığı olgularını göz ardı edersek bu ilk hali şimdiki sürümü ile oldukça benzer. Unutmadan belirtelim Cinderella ismi yerine de Rhodopis ismi yer almakta.
Ancak Grimm kardeşler hikayeyi ele alınca oldukça slasher filmi durumları ortaya çıkıyor. Zira Cinderella'nın üvey kardeşleri şu meşhur cam ayakkabıya ayaklarını sığdırmak için parmaklarını kesiyorlar (bkz. Testere), ancak bu durumdan haberdar olan prens kendisini kandırmak isteyen kötü niyetli kızkardeşlerin gözlerini oyduruyor ve hayatlarının sonuna kadar dilenci olarak yaşamak zorunda kalıyorlar. Cinderella ise prens ile sarayda yaşamaya devam ediyor.
Günümüze en yakın versiyon ise Perrault tarafından yazılan türü. Bu masalın sonunda Cinderella üvey kardeşlerini affediyor. Çinliler bu masalın çok benzerini Yeh-hsien karakteri ile canlandırırken, İskoçlar ise Cinderella'ya yardım eden karakter olarak ölmüş annesini kullanmışlar.


Uyuyan Güzel

Parmağına batan zehirli bir iğne yüzünden yüz yıl uykuya hapsolan güzeller güzeli prenses, yakışıklı ve bittabi beyaz ata sahip bir prens tarafından öperek uyandırılır. Sonsuza kadar mutlu yaşadıklarını söylemeye gerek bile görmüyorum.. Bize anlatılan haliyle gayet naif duran hikayenin orjinali oldukça ürkütücü; Bir kahin tarafından uyarılmasına rağmen yine zehirli bir iğne tarafından zehirlenen güzel prenses ya ölür yada (bitkisel yaşama girer). Sarayda uyur şekilde yalnız bırakılan kadın gelen prens tarafından tecavüze uğrar ve hamile kalır. Uyku halinde ikizlerini dünyaya getirir.Bebeklerden biri annesinin parmağındaki zehri emer ve uyuyan güzel iki çocuklu anne olarak uyanır! Prens mi, tabii ki yerinde yeller esmektedir.


Hansel and Gretel

Üvey anne ve öz babaları tarafından ormana bırakılan Hansel ve Gretel ormanın derinliklerinde kaybolurlar. Karşılarına çıkan şeker ve çikolata kaplı evin büyüsüne kapılan talihsiz kardeşler cadı tarafından hapsedilir ve tıka basa doyurulurlar. İki kardeşe oldukça yatırım yapan cadı onları fırına sürecekken kendisi fırına atılır ve hikaye mutlu sonla biter. Aslında hikaye ortaçağda yaşanan açlık, savaş, sefalet günlerinde ailelerin çocuklarını ormana terk etmesi gerçeğinden gelmektedir.  Açlık nedeniyle ormanın derinlerine hapsedilen talihsiz çocukların hikayesi zamanla böylesi bir masalı doğurmuştur.Ancak bize Clementine çizgi filmi ile kendilerini bir nebze tanıtan Fransızlar olayı daha bir karanlıklaştırırlar. Hansel ile Gretel bu sefer şeytan tarafından kandırılırlar. Hikayenin sonu da biraz slasher tarzdadır. Şeytan çocukları parçalamak için bir bıçkı tezgahı kullanır fakat Hansel ve Gretel punduna getirip Şeytan'ın boğazını keserek ondan kurtulurlar.


Kırmızı Başlıklı Kız

Mutlu sonla bittiğini zannettiğimiz masallardan birisi daha. Bizim bildiğimiz halinde kurt kızı yer, fakat avcı kurtun karnını yararak Kırmızı Başlıklı Kızı kurtarır.
Gelelim orjinaline. Yazar Charles Perrault hiç de mutlu bir son yazmamıştır aslında. Evet kurt kızı yer. Ancak masal burada biter. Yani Kırmızı Başlıklı Kız kurt için besin zincirindeki bir halka olarak hayata gözlerini yumar. Masalın sonunda büyükkanne yoktur, oduncu yoktur, avcı da yoktur. Sindirilmek üzere mideye indirilmiş Kırmızı Başlıklı Kız yeterli görülmüştür.


Pamuk Prenses

Yine bir öptüm, uyandı durumu. Yine bu masalın orjinalinde kraliçe, Pamuk Prenses'in ölmesini ister, fakat sadece kalp değil, akciğer ve karaciğerlerinin de sökülüp getirilmesini ister. Akşam yemeğinde sakatat tercihi olan kraliçeye bir domuzun organları götürülür.
Tek fark burada değil. Bu prensleri bize fazla iyi tanıttılar sanırım. Zira ölü gibi yatan Pamuk Prenses, bir öpücükle uyanmaz. Aksine prensin atının terkisinde uyanır. Ölü gibi yatan bir prensesi, hangi prens, ne amaçla atına yükler orası bilinmez tabii.
Ufak bir fark da, kraliçenin cezasındadır. Kızgın demirden ayakkabılar giydirilir kraliçemize, ve ölene kadar dans ettirilir.


Fareli Köyün Kavalcısı

Klasik olan versiyonda farelerin istilasına uğrayan bir köyü, kavalı ile kurtaran bir adam vardır. Bu adama köylüler kendilerini kurtarırsa para vereceklerini söylerler. Kavalcı köyü kurtarır, fakat parasını alamaz. Bunun üzerine kavalı ile çocukları etkileyerek kaçırır ve para verildiğinde çocukları serbest bırakır.
Fakat orjinalinde kavalcı pek de makul bir adam değildir. Para verilmediği anda gözü dönen kavalcı çocukları kavalı ile etkiler ve onları bir nehire doğru götürüp, hepsinin boğulmasını sağlar. İçlerinden topal olan bir çocuk kurtulur ve olanları anlatır. Masalı da bu çocuğun anlattıkları ile dinleriz aslında. Bazı kaynaklara göre çocuk istismarı ögelerinin bulunduğu da söylenmekte ancak bunun ne yeri ne de sırası...



Deniz Kızı Ariel

Mutlu sonla biten bir masal daha. Deniz Kızı Ariel prensle evlenir, ve bir ömür boyu mutlu yaşarlar. Ancak aslına bakarsak hiç de böyle mutlu bitmez. Hans Christian Andersen "friendzone" olgusunu tahminen ilk ortaya çıkartanlardan birisi olacaktır orjinal masalda. Zira Deniz Kızı Ariel, insana dönüştüğünde sesi yokolur. Konuşamayan, iletişim kuramayan Ariel'in bahtsızlığı bununla da bitmez.
Aslında prens Ariel'i sevgiliden ziyade arkadaş olarak görmektedir. Hatta prens başka bir prenses ile evlenince Ariel bunalıma girer. Deniz büyücüsü ona bir hançer verir ve prensi öldürürse kurtulacağını söyler. Ariel bunu da yapamaz ve denize döner. Masalın sonunda Ariel deniz dalgasının köpüklerine dönüşerek can verir. Her ne kadar Hans Christian Andersen sonraları bu sonu da değiştirip Ariel'i rüzgarın kızına dönüştürse de her durumda Ariel hiç de mutlu olmaz.





Evrenin Simülasyon Olma Argümanı

Bu konudaki şüpheciliğin kökeni milattan önce 5. yüzyıla kadar dayanır. Parmenides, The Way of Truth adlı eserinde fiziksel dünyanın günlük gerçekliğe bakışının yanlış olduğunu ve dünyanın değişmeyen, yenilenmeyen ve yok edilemeyen bir bütün olduğunu ileri sürer.

1. Simülasyon kavramı ile başlayalım.




Kök olarak Latinceden gelen simülasyon, kelime olarak ‘’yapar gibi görünmek; taklit etmek , benzemek’’ anlamlarını karşılıyor. Gerçek hayatta uygulanacak bir şeyi, genellikle bilgisayar ortamında deneyip sonuçlarına göre kararlar alınır. Bir nevi modelleme yapılır, çözüm modellemesi.

2. Simülasyon kuramının yaratıcısı Jean Baudrillard’a göre evren bir simülasyondan öte değil.




Simülasyon kuramının yaratıcısı Jean Baudrillard’a göre evren bir simülasyondan öte değil.
tr.wikipedia.org
Baudrillard’ın, bu konuda savunduğu fikre göre: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.

3. Simülasyon argümanının çıkış noktası: Aşılamayan üst sınırlar.




Normal şartlarda, bir simülasyon programı, iki veya üç boyutlu, zamanla ilerleyen bir modele sınırlamalar koyacaktır. Yani, simülasyonu kurgulayanlar tarafından çizilmiş sınırların dışına çıkmanız mümkün değildir. Kısacası, kurgulanmış bir simülasyonun içindeysek yazılımın izin vermediği noktaya (sınır değerler) gidemeyiz. 
Fizikte var olan kurallar üzerine düşündüğümüzde, çevremizde birtakım sabitleri kabul ederek ilerleyebiliyoruz. Sabit olan Işık hızını değiştiremiyoruz, yani ışık hızını arttıramıyor yahut azaltamıyoruz. Aynı şekilde, kuantum mekaniği için çok önemli bir yer teşkil eden planck sabiti üzerinde de herhangi bir oynama yapamıyoruz.

4. Yapılan deneyler de bu görüşü destekliyor.




Yapılan deneyler de bu görüşü destekliyor.
www.simulation-argument.com
Gerçekliğin bir illüzyon olduğuna dair, geçmişte uzun felsefi ve bilimsel teoriler öne sürülmüştür. Simülasyon argümanı, ilk olarak 2001 yılında Nick Bostrom tarafından öne sürülmüştür. Bostrom ve diğer yazarlar simülasyon argümanının geçerli olduğuna dair ampirik verilerin mevcut olduğunu öne sürer. Bu konuda 2012 yılında Almanya’nın Bonn Üniversitesinde de deneyler yapılmış ve sonuçlar simülasyonlarda olması gereken üst enerji sınırlarına işaret etmiştir.

5. Teori bir şeyi daha açıklıyor: Neden uzaylılar tarafından ziyaret edilmiyoruz?




Teori bir şeyi daha açıklıyor: Neden uzaylılar tarafından ziyaret edilmiyoruz?
Evren 13.8 milyar yaşında. Evrenin büyüklüğü hakkında bir şey yazma gereği duymuyorum, bu içeriği buraya kadar okuduysanız zaten evren konusuna ilgilisiniz demektir. Neyse, konumuza dönersek eğer bu kadar büyük bir evrende bizden daha zeki medeniyetlerin olması çok muhtemel. O zaman nerede bu medeniyetler? Neden bizimle iletişim kurmuyorlar?

6. Gelişmiş medeniyetler tarafından simule edilmiş bir dünyada yaşıyor olabilir miyiz?




Gelişmiş medeniyetler tarafından simule edilmiş bir dünyada yaşıyor olabilir miyiz?

Fizikçiler, felsefi içeriği olan bu soruyu yeni geliştirdikleri bir araştırma yöntemiyle cevaplamak istiyorlar. Gelişmiş bir başka insan uygarlığı devasa boyutlarda simülasyonlar hazırlayabilir düşüncesi teorinin temelini oluşturuyor. Bu uygarlık o kadar ileri seviyede ki içerisinde milyarlarca dünyanın, milyarlarca yıldızın bulunduğu devasa bir uzay simülasyonu yaratabilir. Eğer bu teori gerçekse, biz birbirinin içine geçmiş zincirleme bir simülasyonun içerisinde bulunuyoruz. Hatta ilk sanal evren içerisindeki ilk uygarlığı biz oluşturuyoruz. Yakın bir zamanda Almanya’daki Bonn Üniversitesi’ndeki araştırmacılar bu konu hakkında bir makale yayınladı. Araştırmanın başındaki Silas Beane, bunun Matrix filmi gibi bir kurgu olmadığını, makalenin gerçeklik payı taşıdığını belirtti

.

7. Bizim de başka bir uygarlığı simule etmemiz mümkün mü?




Bizim de başka bir uygarlığı simule etmemiz mümkün mü?
w
Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayır. Eğer biz bir medeniyet tarafından simule edildiysek, aynı şekilde bizim de başka bir uygarlığı simule etmemiz gayet olası. Burada sorun şu: Bizi simule eden uygarlık, bizim başka bir uygarlığı simule etmemize izin verir mi yoksa fişimizi mi çeker? Bu sorular akılları karıştırsa da IBM’e ait Mira Supercomputer’i, evrendeki bilinen tüm fizik kanunlarını bir araya getirerek evrenin simülasyonunu oluşturmaya çalışıyor. Eğer biz bir uygarlığı simule edebilirsek gelecekte, buradan şu sonuç çıkar: İç içe geçmiş, sonsuz sayıda evren var. Tıpkı Inception filmindeki iç içe geçmiş, birileri tarafından yaratılmış rüyalar gibi.. Değil mi?

8. Matrix sadece kurgudan mı ibaretti?




Hepimizin kulağına çalınmıştır Matrix filminin sadece kurgudan oluşmadığı; bizlerin bilmediği araştırmaların devam ettiği ve bu araştırmaların sonuçlarının ufak bir yansıması olarak da Matrix üçlemesinin çekildiği. Haksız bir beklenti olduğunu da düşünmüyorum bunun. Filmde yapay olarak oluşturulan bilinçler, insan beynine gönderilen elektromanyetik dalgalar sonucu yaratılan bir evrenden bahsediyordu. Filmde simule edilmiş bir evren yaratılmış, ve o evren kontrol altında tutuluyordu. Tıpkı teorideki gibi..

9. Kıyamet denilen olgu bu teoride nasıl açıklanıyor?




İşte soruların anlamsızlaştığı yerlerden birisi. Biliyorsunuz ki yaşadığımız dönemde reenkarnasyon tanımını kabul eden oldukça fazla insan var. Teoriyle birleştirildiğinde ise sonuç oldukça ilgi çekici oluyor. Şu an, bu dünyada bulunan simule edilmiş bilincimiz, ölüm sonrası başka bir simule edilmiş evrene aktarılıyor ve orada sıfırdan bir yaşama başlıyor. İlginç değil mi?

10. Evren simule ediliyorsa eğer bu işin merkezinde ne var?



Evren simule ediliyorsa eğer bu işin merkezinde ne var?
Eveeet, bence bu konunun en derin yerine geldik. Diyelim ki bu teori doğru ve bir uygarlık tarafından simule edilmiş bir başka uygarlığız. Bir süre sonra biz de başka bir uygarlığı simule ettik ve onlar da bizim var olma aşamalarımızdan geçti. Şu sonuca varırız, simule edilen bir uygarlık olarak bizler, başka bir uygarlık simule edebiliyorsak, bizi simule eden uygarlıkta, başka bir uygarlığın simülasyonudur. Bu olay sonsuz bir hiyerarşik döngü oluşturur. Peki tüm bu evreni simule eden kim? Bu dünyanın bir oyun alemi olduğunu söyleyen Tanrı mı? Evrenin bir köşesinde yaşayan, tüm evreni simule etmiş en gelişmiş medeniyet mi? Yoksa tamamen evrim sonucu oluşmuş insanlarız ve bu evrende yalnız mıyız?

SUSKUNLUK (SESSİZLİK) SARMALI NEDİR? Suskunluk Sarmalı Alman bilim kadını  Elisabeth Noelle Neumann  tarafından geliştirilen bir kuramd...