14 Ocak 2017 Cumartesi

Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazarımız Ömer Seyfettin’in Hazin Hikayesi

Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Ömer Seyfettin, aynı zamanda da edebiyatımızın en çok okunan yazarlarındandır. Ve sadece 36 sene yaşamış olmasına rağmen, Türk Edebiyatı’na birçok eser kazandırmıştır. Ancak bu ünlü yazarımızın hayat hikayesi, ne yazık ki çok hazin bir sonla bitmiştir…
*Hikaye, yıllar önce Derin Tarih Dergisi’nin bir sayısında yer alan Ümit Bayazoğlu imzalı makalede anlatılanlara göre hazırlanmıştır.

Ömer Seyfettin 23 Şubat 1920’de şeker hastalığından dolayı, Haydarpaşa Hastanesi’ne kaldırılmış ve yaklaşık iki hafta sonra da bu hastanede son nefesini vermişti

1-omer-seyfettin-subatta Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 1 omer seyfettin subatta
Kadıköy dolaylarındaki kiralık evinde yalnız yaşayan Ömer Seyfettin’in yakalandığı şeker hastalığından ne kendisinin ne de doktorların haberi vardı. Çünkü o zamanlar ne diyabet ne de insülin biliniyordu. Seyfettin yemek yiyemiyor, günden güne zayıflıyordu. Onunla ilgilenen isimse en yakın arkadaşı Ali Canip olmuştu. Ali Canip, Seyfettin’in yanına sık sık uğruyor, yemesi için de kendi evinden yemek getiriyordu.

O zamanlar insülin ve diyabet bilinmediğinden, genç yazara doktorlar bol bol portakal, mandalina yemesini; üzüm hoşafı içmesini tembihliyorlardı

2-o-zamanlar-seker-hastaligi Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 2 o zamanlar seker hastaligi
Ömer Seyfettin, şeker hastalığı yüzünden sık sık ateşleniyor ve eklem ağrıları çekiyordu. Her hastaneye gittiğinde de kendisine romatizma tedavisi uygulanıyordu. Ve de bol bol şekerli meyveler yemesi. Hal böyle olunca da Seyfettin’in durumu giderek ağırlaştı.

Durumu giderek kötüye giden Seyfettin, hastanede yattığı süre boyunca gözlerini hiç açmadı ve uzun zamandır görmediği kızını sayıklayarak öldü…

3-durumu-giderek-kotulesen Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 3 durumu giderek kotulesen

Ölümünün ardından onun bedenini kadavra olarak kullanmak istediler; çünkü ünlü yazarı hastanede kimse tanımıyordu; bu yüzden de sahipsiz bir ölü olduğunu düşündüler

4-olumunun-ardindan-kadavra Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 4 olumunun ardindan kadavra
Bu fotoğrafta ünlü yazarın cesedini görüyorsunuz. Etrafında tıp öğrencileri bulunuyor ve fotoğraf çekildikten biraz sonra da bir hastane hademesi onun cesedinin başını kesiyor.
Fotoğraf gazetelerde yayımlandıktan sonra, Seyfettin’i tanıyanlar hastaneye koşup başı olmayan cesedi kurtarmaya çalıştılar ama artık her şey için çok geçti…

Arkadaşlarının, ölümünden sonradan haberdar olduğu Seyfettin’in cenazesi, Kuşdili’nde Mahmud Baba haziresinde toprağa verildi

5-arkadaslarinin-sonradan-haberdar-oldugu Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 5 arkadaslarinin sonradan haberdar oldugu

Ama ünlü yazarın cesedinin başına gelenler bu kadarla da sınırlı kalmadı: Onun kemikleri ölümünden 19 yıl sonra Asya’dan Avrupa’ya taşındı

6-ama-unlu-yazarin-basina-gelenler Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 6 ama unlu yazarin basina gelenler
Gerekçe ise, Mahmud Baba haziresinin üzerinden yol geçecek olmasıydı! Bu yüzden Seyfettin’in mezarı, 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledildi.

Kısacık yaşamına birçok eser sığdıran ve Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Ömer Seyfettin, yalnız başına öldü ve öldükten sonra da hiçbir şekilde değer görmedi…

Sahipsiz Biri Gibi Ölen  Sahipsiz Biri Gibi Ölen  Sahipsiz Biri Gibi Ölen  Sahipsiz Biri Gibi Ölen  Sahipsiz Biri Gibi Ölen  Sahipsiz Biri Gibi Ölen  Sahipsiz Biri Gibi Ölen   Sahipsiz Biri Gibi Ölen Sahipsiz Biri Gibi Ölen ve Cesedi Kadavra Yapılan 7 kisacik yasamina
Edebiyatımızın bu ünlü isminin başına gelenler, böyle önemli isimlere, değil hayattayken; öldüklerinde bile hakettikleri değerin verilmemesinin acı bir kanıtı ne yazık ki.
Kaynak: http://listelist.com/omer-seyfettinin-cesedi/

Bedri Rahmi’yi Karısının Yanında Başka Bir Kadın İçin Ağlatan Şiir: Karadutum









1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını iste…diler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı:
“Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın”…
 
Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü.
Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu… Çünkü şiirde “kadınım, kısrağım, karımsın” dediği kadın, karısı değildi.
Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan…
neokur_1450814222fft64_mf1241295
Mari Gerekmezyan

26034059
Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. O dönem askerliğini yapmakta olan şair – ressamın sinesine, “kara saplı bir bıçak gibi” saplanmıştı. Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari’nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.
2
Eren Eyüboğlu – Bedri Rahmi Eyüboğlu
“Karadut”, 1946’da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan’ın ölüm haberi geldi. Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. O dönem içkiye başladı ünlü şair… Aşağıdaki şiir, o dönemin ürünüdür:
“Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim, yoruldu…..”
Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı. Başardığını sanıyordu. Ta ki Büyük Kulüp’teki o geceye kadar…
“Karadut”u okurken, Bedri Rahmi’nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı. Bunun üzerine Eren, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta “o gece”yi hatırlattı:
4
4 Ocak 1950 – PARiS
“Canuşkam,
Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti.
Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapmışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren.”
Buna katlandımsa, bu dualar işe yaradı.
Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğluyla eşine döndü.
eren_2281974’teki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler. Öldüğü gün, eşi Eren cenazeden dönüşte, 35 yaşına gelmiş oğlunu karşısına oturttu. “Babanı uğurladık” dedi, “Ama şunu bilmeni istiyorum ki, ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Hiçbir kadın aşağılanmayı kabul etmez. Buna katlandımsa, bil ki, sadece senin hayatın kararmasın diyedir.”bedri-rahmi-mari-gerekmezyan-kibele-egoistokur
KARADUTUM…
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
Netmiş, neylemiş, nolmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLUuntitled


Müzikte notaların isimleri nereden gelmektedir?

Nota İsimleri

Nota; bir müzik sesini belirtmeye yarayan işaret. İngiltere ve Almanya’ da eskiye bağlılık olarak notaların adları harflerle gösterilir. Notalar, beş çizgiden oluşan portre üzerine ya da ek çizgilere yazılır ve do-re-mi-fa-sol-la-si değişmez sırasıyla portenin aşağı ve yukarısına doğru sıralanır. İlk sesini portrenin başındaki anahtarlardan alan notalar, aynı değişmez sıra ile birbirlerini izlerler.

Notaların her birinin ayrı bir biçimi vardır. Notanın biçimi, süresini, değerini gösterir; porte üzerindeki yeri ise yükseklik derecesini belirtir. Notalar yuvarlak, beyaz, siyah, çengelli iki çengelli ve dört çengelli yazılarak aynı sıraya göre şu adları alırlar: birlik, ikilik, dörtlük, onaltılık, otuzikilik, altmışdörtlük. Bu sıraya göre her notanın değeri kendisini izleyeninkinden iki kat daha fazladır. Böylece yuvarlak, iki beyaz; beyaz, iki siyah; siyah, iki çengelli… eder.

Nota Vuruş Değerleri

İlk olarak Milattan Sonra 480-524 yılları arasında yaşamış Filozof Boethius tarafından isimlendirilen bu sesler, birçok kültürde (özellikle eski yunan ve roma medeniyetlerinde) yine farklı farklı biçimlerde yazım dilinde "işaretlenmişti".

Müzikteki matematiksel gizemi keşfederek yazıya dökmenin ilk temeli Pisagor tarafından atılmıştır. Biz kendisini okul sıralarından o meşhur dik üçgen teoremi ile hatırlarız ama Pisagor günümüzde ulaştığımız bilim seviyesinin babasıdır. O kendi devrine kadar gelişmiş bütün çalışmaları bir disiplin altında toplamış, geometri, aritmetik, astronomi, coğrafya, müzik ve tabiat bilgisi olarak ayrı ayrı bilim dalları yaratmıştır.
Pisagorun müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet edilir. Demirci ustasının demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pisagorun ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri incelemiş ve kayıtlar almış. Batı müziği 9. yüzyılın başına kadar notalamadan habersizdi. Eserler kulak yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor, bu arada değişime uğruyor, zamanla unutulabiliyordu.
 Nota İşaretleri

1030 yılında Arezzo Katedrali'nin rahibi Guido D'arezzo adlı din adamı ve müzik ustası tarafından, bir şiirin ilk hecelerinden türetilerek son halini alıp günümüzün belki de tek evrensel dili haline gelmiştir.

Manastırında verdiği müzik dersleri için pratik bir nota sistemi geliştiren din adamı, Aziz Johanna ilahisinin ilk hecelerinden yola çıkarak notaları isimlendiriyor. (Bir rivayete göre çocukları çalıştırdığı bir gün, kolaylık olsun diye parmak boğumlarına bu ilahinin sözlerini yazar, parmak diplerine denk gelen ilk hecelerden ise notaların isimleri türer)
 Nota İşaretleri

991-1033 yılları arasında yaşamış olan Milanolu keşiş, şiirden yola çıkarak (ve çok küçük 2 oynama ile) son halini verdiği, sonrasında Arezzolu Guido'nun Eli olarak anılacak olan notalar aslında şöyle;


Ut quaent laxis

Resonare fibris

Mira gestorum

Famuli tuorum

Solve poluti

Labii reatum

Sanete İohannes


Nota İşaretleri

Not: ilk nota olan Do aslında Ut (ut queant laxis) imiş. Sonrasında okuması kolay olsun diye ters çevrilip Do hali verilmiş.

11. yüzyılda notaların üzerine dizildiği beş çizgiden oluşan portenin kullanılmasıyla notaların yüksekliği do, re, mi,…. ve süresi birlik, ikilik, dörtlük,…. kesin biçimde belirlenebilir hale geldi. Aslında müziğin dört parametresi vardır. Yükseklik, süre, şiddet ve tını

Bunlardan ilk ikisi zamanla genel kabul gören bir takım işaretler sayesinde kağıt üzerine dökülebilmiş, şiddet ve tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler ve kısmen de yoruma açık bırakılmışlardır.
Çeşitli sesleri belirtmek ve bunların birbirlerine karışmasını önlemek için sesleri temsil eden notalara özel isimler verildi. Do, re, mi, fa, sol, la, si. İngilizcede ve Almancada ise notalar harflerle gösterildi C do, D re, E mi, F fa, G sol, A la, B si (ing.), H si (alm). (Alman besteci Carl ORFF orff metodunu enstrümanlara uygularken kullanılan enstrümanlar üzerine bu harfleri dizmiştir)
 Nota Değer Tablosu

Nota isimlerinden do nun önceki ismi ut idi. Sesli harfle başlayan bu isim, notaları sırayla söylerken tutukluk yaptırdığından 12. yüzyılda do olarak değiştirildi. Almanya ve bazı ülkelerde ut hala kullanılır. Si hariç diğer notaların isim babası Gui d Arezzodur. Arezzo bu adları Aziz Iohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır. Yedinci notanın adı uzun zaman B olarak kalmış, sonradan 13. yüzyılda Sanete Iohannes kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen si adını almıştır. Notalamanın keşfi ve gelişimi müzik pratiğine olağanüstü bir gelişme ortamı yaratmıştır. Notalama, icracıyı ezberden kurtararak hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla repertuarın zenginleşmesine ve çeşitlenmesine imkan vermiştir. Nota sayesinde bir müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale gelmiştir..


Do: Dominus (yaradan, mutlak)
Re: Rerum (madde)
Mi: Miraculum (mucize)
Fa: Familias planetarium (gezegenler ailesi/güneş sistemi)
Sol: Solis (güneş)
La: Lactea via (samanyolu)
Si: Siderae (gökler)

Nota İşaretleri

SUSKUNLUK (SESSİZLİK) SARMALI NEDİR? Suskunluk Sarmalı Alman bilim kadını  Elisabeth Noelle Neumann  tarafından geliştirilen bir kuramd...