14 Nisan 2017 Cuma

Osmanlı İşkenceleri
-         Ustura ile diri diri deri yüzmek
-         Saçları kesilen başa ateşte kızıl hale getirilmiş demir tas giydirmek
-         Cımbızla sinirleri çekmek
-         Erkeklerin cinsel organından içeri doğru burgu sokmak
-         Kaynar sudan soğuk suya ve soğuk sudan kaynar suya sokup çıkarmak
-         Çekiçle kol, bacak, el ve ayak kemiklerini kırmak vs.

Çengele Asma
çengele asma ile ilgili görsel sonucu
Bu alet kale burcuna benzer ve kalın kalaslardan yapılır. Bir adam boyundan yüksek yerlerine belli ebatlarda kasap çengeli benzeri büyük çengeller sıralanır. Bu işkenceli idam yönteminde mahkûm tamamen soyulup elleri ayakları birbirine arkadan bağlanarak iple yukarı çekilir. Sonra hızla düşecek şekilde birden aşağı bırakılır ve vücudunun neresine denk gelirse bu çengellere saplanır. Çengeller mahkûmları bazen derhal öldürür ancak ölüm çoğunlukla büyük acılar vererek uzun sürede gerçekleşir. Bu cezaya eşkıya, özellikle de korsanlar çarptırılmaktadır. Kaptan paşalar donanma ile Akdeniz’den dönerlerken bir miktar korsan yakalayıp getirmektedirler.Bunlardan bazıları kadırga direklerine astırılır ve limana büyük bir ihtişamla girilir. Bir kısmı da çengele astırılarak teşhir edilerek öldürülmektedir. İstanbul'da Eminönü'nün ilerisindeki Odun Kapısı İskelesi civarında bulunan "Çengel" kalın kalaslardan yapılmış, kuleye benzer ahşap bir çatıdır. Üzerinde bir sıra değişik uzunlukta ve uçları yukarı doğru kıvrık çengeller vardır. Kurbanın adı ve işlediği "suç" önceden tellallar aracılığıyla halka duyurulurdu. Anadan doğma soyulan kurbanın elleri ve ayakları sıkıca bağlanır, cellatlar mahkumu makaralı iplerle çatıya kadar çeker ve bir anda çengellerin üzerine bırakırlardı. Kurban düşme şekline göre başından, boynundan, gövdesinden, karnından, bacağından birinin veya bir kaçının üzerine saplanır kalırdı. Bazen derhal ölür, bazen de saatlerce veya günlerce feryat ettikten sonra can verirdi.
Çengel yüzyıllar boyunca Osmanlı'da işkence ve idam aleti olarak kullanılmıştır

Çarmıha Germe
Çarmıh cezası da eşkıyaya ve özellikle casuslara verilir. Mahkûm yine tamamen soyulur. Birbirini çapraz kesen iki büyük kalastan yapılmış bir çarmıha, kolları ve bacakları açık bir şekilde sıkıca bağlanır. Omuz başları ve butlarının kaba etleri bıçak ile oyulur. Buralara iri yağ mumları dikilir ve yakılır. Mahkûm bu vaziyette çarmıhla birlikte bir devenin üstüne konularak şehirde dolaştırılır. Ancak yinede ölmezse akşamüstü asılır.
Osmanlı’da ceza bir şölendi
Kazığa Oturtma

Osmanlı’da uygulanan işkencelerin gerçek amacı acı vermek değil, acı veren yöntemlerle bilgi elde etmektir.Örneğin 3.Selim zamanında fermanla kimi durumlarda kazığa oturtma yöntemi uygulanmıştır. Daha ilk düşman saldırısında askerden kaçanların önce burunları yarılmaktadır ve ardından kazığa oturtulmaktadırlar. İslam’a karşı kötü söz söyleyen ya da yapan veya bir Türk kadını ile ilişkiye girenler de kazığa oturtulabilmektedir. Bu işlem oldukça hassas ve yavaş yapılmalıdır. Uygulama sırasında kişinin ölmemesi esastır. Bunun için bilek kalınlığında oldukça sert bir ağaçtan yapılmış bir kazık, önce susam yağına ve sirkeye bulanır. Mahkûm yine tamamen soyulur, elleri ve ayakları bağlanır, yağlı kazığa çakılarak oturtulur. Ayrıca omuzlarına da yine çarmıhta olduğu gibi mum konulur. Bu şekilde bir süre gezdirilerek teşhir edilir. Eğer kişi ölmemişse susam yağı birkaç saat sonra metabolizmayı durdurur ve kişiyi canlı tutar. Kişi henüz konuşturulamadan kazıkta iken ölmüşse işkenceyi uygulayan cellât da öldürülür.Suçlu, itirafta bulunduktan sonra kazıktan çıkartılır ve ardından kan kaybından ölür. Bu ceza da, yine korsanlara uygulanmaktadır.
Boğa Cezası
boğa cezası ile ilgili görsel sonucu
Bu cezanın kökeni 1600’lü yıllara dayanmaktadır. Cezanın ana materyali metalden yapılmış boğa biçiminde içi boş bir alettir ve bir giriş kapağı bulunur. Suçlu kişi boğanın içine kapatılır ve alttan ateş yakılır. Mahkûm acı çekip bağırdıkça boğanın özel olarak yapılmış burun deliklerinden boğa sesine benzer çığlık sesleri duyulur. Bu idam yöntemi Osmanlı’da hırsızlar ve şehir haydutları için uygulanmaktadır. Ayrıca hırsızlık ve haydutluğun cezası direkt olarak teşhir edilerek işkenceyle ölümdür.
Topla Parçalama
osmanlı topları ile ilgili görsel sonucu
Bu, bir defaya mahsus uygulanmış ve uygulayan kişinin inisiyatifi dâhilinde olan bir yöntemdir. Bu top cezasını 16. asır sonlarında Bostancıbaşılardan Ferhat Ağa icat etmiştir. Suçlu, genç bir yeniçeridir. Bir imamın nikâhlı genç karısını kandırıp kaçırmış, kadının saçlarını keserek oğlan kıyafetleriyle bir süre yanı sıra gezdirmiştir. En sonunda Üsküdar’da yakanır ve Tophane’ye götürülür. Ferhat Ağa tüm yöntemleri az görür ve genci tamamen soydurup bilek, dirsek, diz ve ayak eklemlerini demir çekiçle kırdırır. Yağlı bezlere sardırtarak havan topunun namlusuna tıktırır. Topu ateşler ve genç, havada parçalanarak ölür.

İhrak-ı Binnar (Yakmak)
Hristiyan olup İslamiyet’ten dönenler, İslam dinine karşı kötü bir şey yapan ya da söyleyenler bu cezaya çarptırılır. Suçlunun boynuna barut dolu bir kese, başına da ziftlenmiş başlık konulur ve bu şekilde ateşe verilir.

Kuyucu Murat Paşa’nın İnsan Kuyuları

Murat Paşa 1607-1609 yıllarında Celali İsyanları’nın bastırılması için yaptığı uygulama sonucu Kuyucu adıyla tarihe geçmiştir. Celali İsyanları sırasında Murat Paşa yakaladığı kişileri yaşına, tövbesine ya da sözlerine bakmaksızın en ufak bir taviz dahi vermeden öldürtmekte ve kuyulara doldurtmaktadır. Onun için bu olayların bitmesinin ve suçluların yola gelmesinin tek yolu ölümdür. Bazen de çarpışma anı dışında yollarda karşılaşıp rastgele yakaladığı Celalileri tutsak almıştır. Gün batımına kadar kesilmiş başlardan, çadırın önünde bir tepe oluştuğu söylenir ve cellâtların hiç dinlenmeye fırsat bulamadan sürekli eşkıyayı katlettiğini bilinir. Kudretli serdar bu kudretini otağının önündeki bu kesik baş yığınından almaktadır. Hanedanın varlığı ve bekası için yapılan bu uygulama sonunda Kuyucu Murat Paşa tarihe lanetle anılan bir katliamcı olarak geçmiştir.

Hazerpare Ahmet Paşa’nın İnfazı ve Sonrası
Ahmet Paşa Sultan İbrahim’in son sadrazamıdır. O devirde Yeniçeri Ocağı ağalarına karşı suikast düzenlemiş, daha sonra da Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi için Yeniçeri Ocağı ağalarıyla anlaşmış ve İstanbul’da bir hükümet darbesine sebep olmuştur. Sonunda idamına hüküm verilir. Cellât, idam için yanına geldiğinde paşayı bir ahıra sürükleyerek götürür, paşanın kavuğunu kendi başına giyer kendi başındaki külahı da paşaya giydirir. Ardından kemendi boynuna geçirir ve idam eder. Ancak paşaya “bin parça” anlamına gelen Hazerpare lakabı bu noktadan sonra takılmıştır. Ahmet Paşa oldukça iri yapılı birisidir. İdamından sonra cesedi tamamen soyulur. Cellâtlar tarafından bir atın üzerine konularak Atmeydanı’na götürülür. Yeniçerilerden birkaç kişi bunu ganimet sayarak halkın batıl inançlarından istifade eder ve “İnsan yağı eklem ağrılarına iyi geliyor.”diyerek Ahmed Paşa’nın etlerini lokma lokma doğrayıp beşer onar akçeye satarlar. Bu etleri satın alan o kadar çok insan çıkar ki paşanın iri vücudu iskelet haline gelene dek parçalanır. Ölümünden sonra bu yapılanlardan dolayı kendisine Hazerpare Ahmet Paşa denmeye başlanmıştır.

İPLİKLE İŞKENCE
Osmanlı’da ceza bir şölendi
Seyahatname’de Evliya Çelebi yazıyor… Yün bir ipliğin çeşitli yerlerine düğüm atıyorlar, düğümlerin aralıkları eşit olacak. İpliği suçlunun burnundan sokup, ucunu ağzından alıyorlar. İpliğin bir ucu ağızda, diğer ucu burunda... İki ucunu tutup ani hareketlerle çekiyorlar.

İBRET TAŞI

Siyasi mahkûmlar yağlı kementle boğulurdu. Bazen idamdan sonra kurbanın başı, ‘şifre’ denilen gayet keskin hususi bir usturayla gövdesinden ayrılır ve bir ‘ibret taşı’nın üstüne konulur ya da sarayın şehre açılan büyük kapısının, ‘Bab-ı hümayun’un önüne atılırdı. Sabıkalı hırsızlar, bilhassa gece hırsızları, şehrin tensib edilen bir yerinde umumiyetle suçun işlendiği semtte, hatta bazen girdiği evin veya dükkânın, hanın kapısında asılırdı. Katiller umumiyetle işkenceyle öldürüldü. Askerlerin, yani sipahi ve yeniçerilerin, başları kesilir, cesetleri ayaklarına taş bağlanarak denize atılırdı.

KAZIĞA OTURTMA

III. Selim zamanında sarayın önünde yüksek sesle türkü çığırtmaktan tutun da, vergisini tam ve zamanında ödemeyenlere kadar kimi bedbahtlar için söz konusuydu bu ceza. Daha ilk düşman saldırısında askerden kaçanların önce burunları yarılır, sonra anüslerinden girip ağızlarından çıkacak şekilde kazığa oturtulurlardı. Bu çok hassas ve yavaşça yapılması gereken bir hadiseydi. Uygulama esnasında kurbanın ölmemesi esastı. Susam yağı karıştırılmış sirkeyle iyice yağlanmış kazığa oturtulan kurban, uygulama başarılıysa saatlerce canlı kalabilirdi. Ve eğer hemen ölürse cellat da öldürülürdü.

FOSEPTİK KOVUĞU(ÇUKUR)
osmanli-iskenceleri-cukur

İbret olsun diye, geniş gövdeli bir çınar ağacının gövdesi kesilip, içi bir insanın oturacağı kadar oyuluyor. Suçlu buraya zincirleniyor, acıktığı zaman yemeğini veriyorlar ama dışarı çıkamadığı için tuvaletini de aynı yere yapıyor. Biriken dışkı, bir yandan yükselirken, bir yandan da suçlunun bedenini ıstıraplarla çürütüyor. Zavallı, hayatla ölüm arasında öyle bir kendinden geçiyormuş ki halktan başında toplanan kimselere öteki dünyadan sırlar verirmiş diye anlatırlar.

MANKURT

Daha çok Osmanlılardan evvelki Orta Asya Türk boylarında, kabilelerinde görülen, çölümsü topraklarda uygulanan bir işkence biçimi... Yakalanan suçlunun kafası traş edildikten sonra, kafanın tam üstüne bir parça keçi derisi veya deve işkembesi geçiriliyor. Bazen suçlu, kafası açıkta kalacak şekilde tüm gövdesi toprağa gömülüyor. Günlerce, azgın güneşin altında bu şekilde duruyor. İşkembe veya deri, zamanla kuruyup kafayı sıkıştırıyor. Öylesine ki, suçlunun saç telleri dışarı çıkamayıp içeri doğru uzuyor. Müthiş acılar ve ıstırapların sonunda, suçlu ölmüyor. Hafızası, geçmişi silinmiş bir robota dönüyor. İşte size düşmana karşı istenilen her türlü umarsız atılganlığı yapmaya hazır bir emir kulu.

AĞZA KURŞUN
IV. Murat döneminde, keyif verici maddelere zaafiyetin eziyetsiz kalmadığı iyi bilinir. Tütün içenler ağızlarına tütün tıkılıp boğuluyor, kafaları kesilip ibret olsun diye de kıraathanelerin, kahvehanelerin önüne atılıyormuş. İçki içenlerin olayı ise ayrı bir âlem... Bağlanıp denize atılıyorlar. III. Selim zamanında sarayın önünde türkü çığırmak kazığa oturtulmak için yeterli bir sebep. Aynı dönem... Ramazan’da oruç tutmadığı saptanan biçareler, yakalanıp toprağa gömülüyormuş. Orada da bazılarının ağızlarına kızgın kurşun!

HAVANDA DÖVME
Osmanlılarda sırf şahsi amaçları yüzünden yanlış fetva veren din adamlarının başının dübekte macun kıvamına dübekte macun kıvamına gelene kadar eziliyor.

SAÇ CEZASI
Osmanlı döneminde idam edilecek adamın yanı başında bir sac hazırlanır ve bu sac allttan verilen ateşle iyice kızdırılır.Kafası kesilen adamın kafasını kestikten hemen sonra bu saca bastırılır.Sıcaktan dolayı kan beyinde 2 saniye kadar dolaşacağı için adama yerde duran cansız bedeni son defa gösterilir...

Deri Yüzme

Suçlu kişini derisi yüzülür, derisiz bir şekilde denize atılırdı.

Deve Derisi
Suçlu güneşin altına ellerinden bağlı bi şekilde yatırılır...suçlunun saçları kazınıp kafasına deve derisi geçirilir...deve derisi güneşte küçülüp suçlunun kafasına yapışır ve adamın bütün derisi yukarıya dogru çekilir..Saçları kazındıktan sonra kafasına deve veya keçi derisi geçirilir, yavaşça eriyerek suçlunun kafasına yapışırdı. Daha sonrasında saçlar dışarı çıkamayarak, içeri doğru çıkmaya başlardı ve kafatasına geri dönüp beyne ulaşmasıyla suçlu kişi ölürdü.

TESTİS KOPARMA
Zina yapan erkekler için:testisleri dipten kopartılır,içi açılıp iki yumurtalık mahkuma çiğ çiğ yedirilir.
FARE
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
 Suçlu ortası delik bir sandalyeye cıplak bir şekilde oturtulurmuş...bu delik yere içinde fare olan bir kase yerleştirilirmiş...ve kaseyi alttan yavaş yavaş ısıtırlarmış...tabiki sıcağa dayanamayan fare çıkacak biyer bulamayınca suçlunun makattan kemirmeye başlayıp en son ağzından çıkarmış...

YARAYA TUZ DÖKME
Suclunun vücudunda yara acilir ve yaranin üstüne tuz dökülerek hayvanlara yalatilir.

Hadım Etme
osmanli-iskenceleri-hadim-etme


Osmanlı zamanında tecavüzcüler hadım edilirdi. Kanunname’nin 26. emrinde “ kız ya da oğlan kaçırıp tecavüz edenin cinsel organı kesile…” ibaresi yer almaktaydı.

MAĞARAYA KAPATMA
Mahkunlari magaralara doldurmak, mağaraya hapsedip içine duman salarak boğduruyor. Yöngüç Paşa 1426 Amasya
GÖZE MİL ÇEKME
Göze yaklaştırılıp uzunca bir müddet(göz eriyene ve göz kapakları pişip birbirine yapışıncaya kadar) bekletilir ve böylece o göz bir daha asla göremez.
FALAKA

FALAKA ile ilgili görsel sonucu

DEMİR KESE İLE KESELEME

HAMAM ile ilgili görsel sonucu
DİŞ VE TIRNAK SÖKME
DİŞ SÖKME KERPETEN ile ilgili görsel sonucu


ZİNA
Zina sonucu hamile kalan kadınlara, özel bir odaya alınır düzenli olarak yemek yedirilir ve düzgün bir şekilde bakımı sağlanırdı. Doğum zamanı elleri arkadan bağlanarak ellerinin açılması önlenirdi. Bebek vajinadan çıkamadığı için kordon bağını kopararak oksijensizlikten ölürdü.

PENİS DELİĞİNE DOMUZ KILI SOKMA



KURBANI TUZ İÇİNDE BEKLETME
TUZ ile ilgili görsel sonucu
Kurban günlerce ıslak tuz doldurulmuş bir çukur içinde beklitilir ve sonrasında birden soğuk suya atılırdı. Hücrelerin birdenbire şişmesi ile şok etkisi yaratılırdı.

Kurbanın ağzından aşağı sokulan bir boru ile içine kurşun dökme
Kurbanın ağzından aşağı sokulan bir boru ile içine kurşun dökme ile ilgili görsel sonucu
AT KILI
Kurbanın anüsünden içeri yavaş yavaş at kuyruğu sokulur ve hızlıca çekilirdi. Kılın yapısından dolayı, geri çekilirken beraberinde birçok eti beraberinde götürürdü . Aynı zamanda yemek borusuna da bu işlem uygulanırdı.
Zina yapan adamın cinsel organını kesme ve sanığa yedirme
osmanli-iskenceleri-hadim-etme

Kol ve ayak kemiklerini kırma ve gözlere kızgın sirke dökme

ortaçağ işkenceleri ile ilgili görsel sonucu
KOL VE BACAK KESME
İlk defa hırsızlık yapan kişin sol eli, ikinci defa hırsızlık yapanın sağ ayağı, üçüncü defa hırsızlık yapan sağ eli, dördüncü defa hırsızlık yapanın sol ayağı kesilirdi.


KULLANILAN KAYNAKLAR
ARŞİV KAYNAKLARI
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (Nefy ve Kısas Defteri)
 YAYINLANMIŞ ESERLER
ATASOY, Sevil, “Osmanlı’da Adalet Sistemi”, Acayip İşler Programı, Katılımcılar: İlber Ortaylı-Murat Bardakçı, Habertürk Kanalı, Video Kaynağı: Youtube, Erişim Tarihi:24 Nisan 2014,Programın TV’de Yayınlanma Saati:23.16.
BAŞARAN, Betül, “III. Selim ve İstanbul Şehir Siyaseti,1789-1792”,Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza, Derleyenler: Noémi Lévy-Alexandre Toumarkine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.a:116-134.
EVLİYA ÇELEBİ, Seyahatname,Yayınlayan:Seyit Ali Kahraman,Cilt:,Türk Tarih Kurumu Yayınları,Ankara.
D’OHSSON, M., XVIII. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler,Çev.Zehran Yüksel.
FAROQHİ, Suraiya,”Bursa’da Cinayet: Bir Cui Bono Vakası”, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza, Derleyenler: Noémi Lévy-Alexandre Toumarkine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.a:68-79.
GÜL, Abdulkadir, Osmanlı Taşrasında Suç ve Suçlular(199 Ocak Ayı Erzincan Sancağı Örneği),EÜHFD, C.XVII, Erzincan,2013. İNALCIK, Halil, Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar II”,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2014.
İŞBİLİR, Ömer, “Kuyucu Murad Paşa”,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:26,Ankara,2003, s.a:507-508.
LÉVY, Noémi, “19.Yüzyılda Osmanlı’da Kamu Düzeni Konusunda Çalışmak: Bibliyografya Üzerine Bir Değerlendirme”, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza, Derleyenler: Noémi Lévy-Alexandre Toumarkine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.a:55-67.
NAİMA MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Naʽima, Cilt:2,Hazırlayan: Mehmet İpşirli, TTK, Ankara,2007.
ÖZCAN, Abdülkadir, ”Hazerpare Ahmet Paşa”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:17, İstanbul, 1998, s.a:301-302.
SANER, Yasemin ,”Osmanlı’nın Yüzlerce Yıl Süren Cezalandırma ve Korkutma Refleksi: Prangaya Vurma”, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza, Derleyenler: Noémi Lévy-Alexandre Toumarkine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.a:163-189.
THÉVENOT, Jean, 1655-1656’da Türkiye, Çev. Nuray Yıldız, İstanbul, 1978.
YILDIRIM, Ali, Osmanlı Engizisyonu, Öteki Yayınevi, Ankara,1996.
Atatürk'ün Bulgar Aşkı - Atatürk’e Aşık Olan Bulgar Kızı Dimitrina Kovaçev 

dimitrina atatürk ile ilgili görsel sonucu

Bulgar Dimitrina Kovaçeva (Miti) Sofya'ya askeri ataşe olarak atanan Mustafa Kemal'le 1914'te tanıştı. Strauss'un 'Güzel Mavi Tuna' valsiyle başlayan ilişkileri, Miti'nin general babasının itirazı yüzünden sona erdi. Fakat Sofya'nın en güzel kızı, öldüğü güne kadar Mustafa Kemal'i sevdi.


Atatürk'ün İlk Büyük Aşkı.. Bulgar Kızı Dimitrina Kovaceva

dimitrina atatürk ile ilgili görsel sonucu

Mustafa Kemal’in Sofya’da Ateşemiliter İken Tanıştığı Dimitrina Kovaçev Dimitrina Resmin Altına Kısaltılmış İmzasını Atmış Ve O Günün Tarihini Koymuştur.

(20 Haziran 1917)

Bulgar Dimitrina Kovaçeva (Miti) Sofya'ya askeri ataşe olarak atanan Mustafa Kemal'le 1914'te tanıştı. Strauss'un 'Güzel Mavi Tuna' valsiyle başlayan ilişkileri, Miti'nin general babasının itirazı yüzünden sona erdi. Fakat Sofya'nın en güzel kızı, öldüğü güne kadar Mustafa Kemal'i sevdi.

İlk Tanışma

Türk asıllı Bulgar Milletvekili Şakir Zümre Sofya'ya alışamayan Mustafa Kemal'i bir gece Verdi'nin ünlü Aida operasının prömiyerine götürdü. Antrakta Bulgar Çarı Ferdinand'la tanışan Mustafa Kemal, opera bittiğinde büyülenmiş bir halde salonu terk etti. Aida'nın büyüsüne kapılanlar arasında eski Savunma Bakanı General Kovaçev ve kızı Miti de vardı. Genç bekâr erkekler ise Aida'dan çok General Kovaçev'in öğrenimini İsviçre'de tamamlamış olan güzel kızı Miti'nin dikkatini çekmeye çalışıyorlardı. Mustafa Kemal ve Miti o gece birbirlerini fark etmediler ama Aida operası yaklaşık bir ay sonra yollarını kesiştirecekti....

Sofya'ya alışan ve çevresi giderek genişleyen Mustafa Kemal 1914 Şubat'ının ilk Cumartesi günü Şehir Kulübü'nde General Kovaçev ve ailesiyle tanıştı. Miti ve Mustafa Kemal'in "Güzel Mavi Tuna" valsı da işte bu tanışma gününde yaşandı. O gecenin hemen ertesinde Mustafa Kemal, General Kovaçev'in evine davet edildi. Türk zabitinin aileyle yakınlaşması, Miti ile daha fazla zaman geçirmesini sağladı. İkili sık sık Boris Parkı'ndaki buz pateni pistine, Çar Osvobodidov Bulvarı üzerindeki Bulgarya pastanesinegitmeye başladılar.

Ancak kısa bir süre sonra bir tatsızlık yaşandı. Halk tiyatrosuna bilet almaya giden Miti'nin yolu gazi bir yüzbaşı tarafından çevrildi. Yüzbaşı babasıyla beraber Türklere karşı savaştıklarını hatırlatarak, Sofya'daki birçok kimsenin genç Türk zabitiyle yaşadığı ilişkiden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Olayın ardından eve kapanan Miti ve yaşananları duyan Mustafa Kemal, birkaç gün hiç konuşmadılar. Sonra ortak dostları devreye girdi ve Bulgarya pastanesinde yine buluştular. Sorunu konuşmadan çözmüşlerdi. 24 Mayıs'ta bir bayramı kutlaması için Askeri Kulüp'te düzenlenen balo, ikilinin tüm Sofya'ya meydan okudukları gece olarak akıllarda kaldı. Geceye yeniçeri kıyafetiyle katılan Mustafa Kemal, "en özgün kıyafet sahibi" seçildi. Mustafa Kemal, onuruna çalınan vals başlayınca tüm salonun bakışları arasında Miti'ye doğru ilerledi ve birlikte piste çıktılar.
dimitrina atatürk ile ilgili görsel sonucu


Başta Bulgar Çarı olmak bütün kalabalığın önünde herkese meydan okuyorlardı. Kısa bir süre sonra Miti ve Mustafa Kemal her zaman gittikleri Boris Parkı'nda bu defa gelecekleri üzerine konuşuyorlardı. Mustafa Kemal, Miti'ye klasik bir evlenme teklifinde bulunmadı. Aksine yaklaşan savaşlardan, Türkiye'nin gelenekleri ve diniyle farklı bir ülke olduğundan söz etti. Miti hepsini dinledi ve "Evet diyorum, ne olacaksa birlikte olsun" dedi. Miti evine gidip haberi annesine verdi. General Kovaçev'in bu işe hazırlanması gerekiyordu. Miti ve annesi mutfakta plan yaparken Mustafa Kemal'in geldiğini duydular. Klasik selamlaşmanın ardından ikierkek baş başa kaldılar. Mustafa Kemal Miti'yle evlenmek istediğini açıkladı.

General Kovaçev biraz daha beklemenin hepsi için daha iyi olacağı yanıtını verdi. Mustafa Kemal Miti ile görüşmeye devam etmelerine izin verilmesini istedi, General de bunu onayladı. General Kovaçev kararı ertelemişti ama Sofya'da belirli bir çevrenin tek dedikodusu Miti-Mustafa Kemal ilişkisi olmuştu. Rahatsızlığı artan General Kovaçev, Mustafa Kemal'e "Bu evlilik olmayacak ve artık Miti ile görüşmezseniz iyi olur" mesajını iletti. Mustafa Kemal derin bir sessizliğe gömüldü. Miti ve ailesiyle zaman zaman şehir kulübünde karşılaştılar ama birbirlerini görmezden geldiler.

Son Buluşma

dimitrina atatürk ile ilgili görsel sonucu
General Kovaçev kızını avukat Gergi Haciyordanov ile nişanlamaya karar verdi. Mustafa Kemal ise o günlerde Sofya'dan ayrılmaya ve cepheye gitmeye için hazırlanıyordu. Miti nişanlanırken Mustafa Kemal de bavullarını toplayıp İstanbul'a döndü... Bir yıl sonra Mustafa Kemal Çanakkale Zaferi ile tüm dünyanın tanıdığı bir isim olmuş, Miti ise zorla evet dediği nişanlısından ayrılmıştı. Sofya'ya dönen Mustafa Kemal General Kovaçev'e kararında bir değişiklik olup olmadığını sordu. Yanıt yine olumsuzdu ama general bu kez vedalaşmalarına izin vermişti. Miti ve Mustafa Kemal Bulgarya pastanesinde son kez buluştular. O bir saate bir yılın hasretini ve bundan sonra ayrı geçirecekleri yılların özlemini sığdırmaya çalıştılar. Mustafa Kemal'in Miti'ye son sözleri "Sana karşı hissettiklerim yaşamım boyu değişmeyecek" oldu.


52 Yıl Boyunca Türk Zabitini Hiç Unutamadı
dimitrina atatürk ile ilgili görsel sonucu

Kahkaha sesleri ve hararetli konuşmalar nedeniyle Şehir Gazinosu'nun büyük salonunda yoğun bir uğultu vardı. Orkestra yeniden çalmaya başlamadan önce sunucu salondakilerden sessiz olmalarını istedi ve devam etti: "Sayın konuklar sürekli müşterilerimizin arasında yapılan son anket, birçoğunun Strauss müziğini tercih ettiğini göstermiştir. Ölümsüz Viyanalı müzisyenin hayranları için orkestramız zevkle bundan sonraki valsı çalacaktır. Evet sayın bayanlar ve baylar, hazır mısınız? Johann Strauss'un 'Güzel Mavi Tuna' valsı..." Bu anonsu alkışlarla karşılayıp piste doğru yürüyenler arasında Mustafa Kemal ve Dimitrina Kovaçeva ya da ailesinin seslendiği şekliyle "Miti" de vardı. O ilk göz göze geldikleri cumartesi günü başlayan öyküleri Miti'nin son nefesini verdiği 9 Ağustos 1966 gününe kadar yani tam 52 yıl sürdü... Bu 52 yılın büyük bir bölümünü de birbirlerini görmeden geçirdiler. Görmeden, konuşmadan, yazışmadılar ama birbirlerini hep merak ettiler.

Bulgaristan 6 Eylül 1915'de I. Dünya Savaşı'na katıldı ve 1918'de mağlup olarak mütareke imzaladı. Miti Sofya'da bir okulda Fransızca dersleri veriyor, Mustafa Kemal ise ülkesini kurtarmak için yeni bir savaşa başlıyordu... Miti ve ailesinin "Rokovska Sokağı 134" numaradaki evlerine Mustafa Kemal imzalı tek bir satır bile gelmedi. Buna karşın Mustafa Kemal'den söz eden gazeteler eve geliyor ve Miti bunların hepsini okuyordu. Türkiye 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesini imzaladı. Bundan bir ay sonra Miti, bir avukatla evlendi. Mustafa Kemal 29 Ekim 1923'de Cumhurbaşkanı oldu. Miti ise ikiz bebeklerini doğum sırasında kaybetti. 1925'e gelindiğinde Mustafa Kemal, Latife Hanım'la evlenmişti.

Miti ise oldukça kötü bir yıl geçiriyordu; Çar'a yönelik suikastta yaralanmış, birkaç ay sonra da annesini kaybetmişti. 1930 yılında önce İstanbul sonra Atatürk'ün davetiyle Ankara'ya giden Sofya Kooperatif Tiyatrosu oyuncuları Mustafa Kemal'den duyduklarıyla hayrete düştüler. Cumhurbaşkanı, "Gençliğimin bir parçasını bıraktım Sofya'da. Bir kız sevdim ama bana vermediler" diyordu. Atatürk'ün bu sözleri Bulgar basınında geniş yankı buldu. Bu sözleri okuyanlar arasında Miti ile babası General Kovaçev de vardı. Çevresine her zaman Mustafa Kemal'e büyük saygı duyduğunu söyleyen General Kovaçev yine de kızının bu Türk zabitiyle evlenmesine izin vermeyeceğini söyledi.

Yıllar sonra, Filibeli bir Türk kadının kızına yardım ricasını kıramayan Miti, Mustafa Kemal'e bir mektup yazdı. Fakat, "Sayın majesteleri" diye başlayan Haziran 1938 tarihli bu mektuba cevap gelmedi. Çünkü Mustafa Kemal, ömrünün son aylarını yaşıyordu. Miti, Mustafa Kemal'in ölüm haberini 11 Kasım'da radyodan öğrendi. Ömrü boyunca Mustafa Kemal'den neredeyse hiç söz etmedi. Sessizliği 7 Ağustos 1966'ya kadar sürdü. O sabah uyandığında, hasta yatağının başında bekleyen kardeşi Olga'ya rüyasında Mustafa Kemal'i gördüğünü anlattı. Birkaç saat sonra derin bir komaya girdi ve iki gün sonra Mustafa Kemal'in yanına gitti.


"Umutsuz Bir Aşkın Öyküsü" adlı kitaptan alınmıştır. (Yazar: Liliana Seramifova)


Bu İlişki Ne Kadar Gerçek? 

H.C. Armstong 1932'de yayımlanan ve Türkiye'de yasaklanan "Bozkurt" adlı kitabında, Mustafa Kemal'in Dimitrina Kovaçeva'ya âşık olduğunu ama yüz bulamadığını iddia eder.
Vamık D. Volkan ve Norman Itzowitz "Ölümsüz Atatürk" adlı kitapta Mustafa Kemal'in Miti Kovaçeva ile ilişki yaşadığını ve evlenme teklif ettiğini yazarlar.
Bulgar yazar Miti Kovaçeva'nın kızları ve yakınlarıyla konuştuktan sonra kaleme aldığı "Umutsuz Bir Aşkın Öyküsü" adlı kitapta hem ilişki hem de Miti Kovaçeva'nın ölümüne kadar yaşananları anlatır.
İngiliz yazar Lord Kinross "Atatürk" adlı kitabında Mustafa Kemal-Miti Kovaçeva ilişkini ve evlenme teklifini gerçek olarak kabul eder. Diğerlerinden tek farkı Mustafa Kemal'in 1915'de ikinci kez Sofya'ya gidişi bu kitapta yer almaz.
Andrew Mango, "Modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk" kitabında, Şevket Süreyya Aydemir'in "Tek Adam" kitabından yola çıkarak "Miti'ye evlenme teklifi hikayesinin uydurulmuş olabileceğini" belirtir.
Süleyman Yeşilyurt'un kaleme aldığı "Ata'nın Hayatındaki 19 Kadın" adlı kitapta ise, Mustafa Kemal'in Miti Kovaçeva'nın dışında Savunma Bakanı'nın kızı Mora, Başbakanın kızı Nikolina ve bir milletvekilinin kızı Elana ile ilişki yaşadığı ileri sürülüyor. Ayrıca bu kitapta Miti'nin 1925'de İstanbul'da Mustafa Kemal ile buluştuğu da iddia edilir.
Hıfzı Topuz "Gazi ve Fikriye" adlı kitabında Mustafa Kemal'in Bulgaristan'dan gizlice geldiği İzmir'de, arkadaşı Doktor Fikret'e hem Miti hem de Nikolina ile hakkında çıkan söylentilerin uydurma olduğunu söylediğini yazar.
Şemsi Belli "Fikriye" adlı kitabında Mustafa Kemal'in Miti dışında, istihbarat toplamak için Savunma Bakanı'nın kızı Mora, Başbakanın kızı Nikolina ve bir milletvekilinin kızı Elana ile flört ettiği belirtilir.

Edebiyat tarihimizde büyük şairlere ve büyük şiirlere ilham kaynağı olmuş 15 kadını, onlara sözcüklerini armağan eden şairleri ve yazdıkları dizeleri hatırlayalım.

1. Celile Hanım - Yahya Kemal


Celile Hanım - Yahya Kemal
Yahya Kemal'in ünlü şair Nazım Hikmet'in annesi, ressam Celile Hanım ile olan aşkları dillere destandır. Yahya Kemal'in Nazım Hikmet'e ders verirken tanıştığı Celile Hanım ile olan ilişkisi mutlu sonla noktalanmamış, bu aşktan geriye şairin ölüme yazıldığı zannedilen ama aslında Celile Hanım'ın Heybeliada'dan İstanbul'a doğru yol alışında yaşadığı kederi anlattığı meşhur şiiri kalmıştır.

Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişşe zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

2. Muazzez Akkaya - Sezai Karakoç


Muazzez Akkaya - Sezai Karakoç
Sezai Karakoç'un Mülkiye'de okurken uzaktan uzağa aşık olduğu kadına yazdığı şiirin kıtalarının ilk harflerini birleştirdiğinizde "Muazzez Akkayam" ismi okunuyor. Okulun en popüler kızlarından olan ve kendisine Cemal Süreya'nın da şiirler yazdığını anlatan Muazzez Hanım şairin kendisine olan aşkının da farkında olduğunu söylemiştir. Aşkına bir türlü açılamayan Karakoç ise ona şiirleriyle seslenmiştir.

Monna Rosa

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Monna Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Açma pencereni perdeleri çek,
Monna Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Monna Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

3. Piraye - Nazım Hikmet


Piraye - Nazım Hikmet
Nazım Hikmet'in uğruna şiirler yazdığı pek çok kadın var ama en uzun sürelisi ve Nazım bu ilişkinin büyük kısmını hapiste geçirdiği için en çilelisi Piraye ile olanıdır herhalde.

Piraye için Yazılmış: Saat 21-22 Şiirleri

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...

4. Makber - Abdülhak Hamit


Makber - Abdülhak Hamit
Abdülhak Hamit Tarhan'ın kaybettiği eşi Fatma Hanım'ın ardından yazdığı bu şiir bir kadın için yazılmış şiirlerin en hüzünlülerindendir.

Makber

Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden. 
Ben gittim, o haksar kaldı,
Bir köşede tarumar kaldı,
Baki o enis-i dilden, eyvah,
Beyrut'ta bir mezar kaldı.

5. Mari Gerekmezyan - Bedri Rahmi Eyüboğlu


Mari Gerekmezyan - Bedri Rahmi Eyüboğlu
Bedri Rahmi'nin bu şiirini çoğu insan ezbere bilse de hikayesi pek bilinmez. Şair sanılanın aksine bu şiiri karısına değil, asistanlık yaptığı üniversitenin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmiş olan Mari'ye yazmıştır. Mari Gerekmezyan ile yaşadıkları büyük aşk maalesef hüsranla noktalanmış, 1946 yılında hastalığa yakalanan Mari, şairin tüm çabalarına rağmen kurtulamamıştır.

Karadut

Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin. 
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

6. Tomris Uyar - Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever


Tomris Uyar - Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever
Tomris Uyar kendisine şiir yazılan kadınların en şanslısıdır herhalde. Kocası Turgut Uyar, tutkulu bir aşk yaşadığı Cemal Süreya ve ona olan ilgisi ve hayranlığını saklamayan arkadaşı ve belki de platonik aşığı Edip Cansever, yani şiirimizin 3 büyük ismi de satırlarında kendisine seslenmiştir.

Sayım / Cemal Süreya

Ayışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni

Bir Bozuk Saattir Yüreğim Hep Sende Durur / Turgut Uyar

Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur
Ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan
Durmadan
Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden
Hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan
Kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm
Seni övdüğüm zaman
Güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda
Seni övdüğüm zaman

Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir /  Edip Cansever

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet’nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

7. Mevhibe Beyat - Özdemir Asaf


Mevhibe Beyat - Özdemir Asaf
Mevhibe Beyat ismini bilmiyorsanız bile Lavinia'yı mutlaka duymuşsunuzdur. Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuyan ve güzelliğiyle dillere destan olan Mevhine Hanım'a duyduğu karşılıksız aşk Asaf'a bu dizeleri yazdırmıştır. 

Lavinia

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun, ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme, lavinia
Adını gizleyeceğim.
Sen de bilme, lavinia.

8. Maria Missakian - Attila İlhan


Maria Missakian - Attila İlhan
Attila İlhan bu şiiri, Paris seyahati sırasında tanıştığı ve oldukça etkilendiği Maria Missakian'a yazmıştır. İlhan Türkiye'ye dönmek zorunda kalmış ama Maria'yı bir türlü ülkesine getirtememiştir. Mektuplarla devam eden aşkları aradan geçen seneler içinde kopmuş ve yıllar sonra şair, Maria'nın evli, mutsuz ve alkolik bir kadın olduğunu öğrenip yıkılmıştır.

Maria Missakian

Yüksekkaldırımda bir akşam
Maria Missakian'ı düşündüm
Eğer kendimi bıraksam
Yağmur olabilirdim yağardım
Kasım'da bir çınar olurdum
Yaprak yaprak dökülürdüm
Kalbimi sıkı tutmasam
Döküp saçıp boşaltsam
İçimde yükselen şiiri
Kaldırımlara döküp harcasam
Gözleri balıkçıl gözleri
Dudaklarında tutup rüzgarı
Maria Missakian adında biri
Gelse göğsüne kapansam

9. Fahriye Abla - Ahmet Muhip Dıranas


Fahriye Abla - Ahmet Muhip Dıranas
Şairin annesinin arkadaşı ve komşuları olan Fahriye Hanım'a yazdığı ve eşinin "Evlendiğimizde o kadın 70 yaşındaydı. Ben Fahriye Abla'yı hiç kıskanmadım" dediği şiir, edebiyatımızın en bilinen şiirlerinden biri olmuştur.

Fahriye Abla

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!

10. Ayten - Ümit Yaşar Oğuzcan


Ayten - Ümit Yaşar Oğuzcan
Ayten; şairin İş Bankası'nda çalışırken tutulduğu, kendinden oldukça ufak stajyer bir kızdır. Evli olan Oğuzcan, Ayten'e olan tutkusunu dizelere şöyle dökmüştür:

Milyon Kere Ayten

Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi Ayten'li içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum şiirler yazıyorum
Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten'e beş var
Ya da Ayten'i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Ayten'deyiz
Günlerden Ayten'ertesidir

11. Burçak - Ah Muhsin Ünlü


Burçak - Ah Muhsin Ünlü
Nevi-i şahsına münhasır şair, Ah Muhsin Ünlü nam Onur Ünlü'nün Burçak'ı meşhurdur. Hakkında şiirleri dışında konuşmayı sevmediği Burçak'ına adanmış pek çok dize tek şiir kitabı olan Gidiyorum Bu'da yer alır.

Ah!

ah! ben bundan sonra bir karı sevmek
başkasını sevmek*
-burçak’a evet
işte sen gülüyorsun
ve beni daha geniş bir salona almış oluyorlar
gözlerim dönüyor sevdadan, merkezden değil
tam beş milyon park oluyorum, mavzerler caba
defterime tartışmasız bir kuzu çiziyorum da!

12. Azime Korkmazgil - Hasan Hüseyin Korkmazgil


Azime Korkmazgil - Hasan Hüseyin Korkmazgil
Şair oldukça ilginç ve güzel bir hikayeleri olan, zor kavuştuğu ve çok sevdiği eşine pek çok dize ve görkemli şiirler armağan etmiştir.

Azime'li Temmuz Bildirisi 2

saksılarda çöl bitkileri, salonlarda kartpostal mutluluklar
eskidi maskelerin sırıtan düşmanlıkları -- ve nice yazlar
oh ne güzel yeniden -- bu senin güzelliğin ne demek
sel ne demek azime'm, savaşlara durmak ne demek, güzel ne demek
sen geldin ey benim kadın ülkem -- yepyeni ufuklar geldin
dürülü bayraklarım güldü gülüm -- sen geldin kutuplarım değişti

13. Mihrimah Hanım - Cahit Sıtkı Tarancı


Mihrimah Hanım - Cahit Sıtkı Tarancı
Arkadaşı Vedat Günyol'un kardeşi Mihrimah Hanım'a aşık olan ancak aşkını gizlice içinde yaşayan Tarancı, Kara Sevda şiirini onun için yazmıştır. Bu aşkını çok uzun seneler sonra arkadaşına itiraf etmiştir ancak Mihrimah Hanım artık evlidir. Vedat Günyol "Keşke zamanında söyleseydin, evlenmenizi çok isterdim" demiş, bunun üzerine Tarancı derin bir pişmanlığa düşmüştür.

Kara Sevda

Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlerde yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir. 
Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir? 
Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir.

14. Mihriban - Abdurrahim Karakoç


Mihriban - Abdurrahim Karakoç
Abdurrahim Karakoç bu şiiri gençlik çağında sevdiği, "seviyordum ama olmadı" dediği bir kıza yazdığını söylemiştir. Kızın adı başkadır, orası şairde saklıdır, Mihriban ise onun temsil eden bir semboldür sadece. Şiir bestelenip pek çok sanatçı tarafından seslendirilmesi ile oldukça meşhur olmuştur.

Mihriban

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban 
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban

15. Leyla Erbil - Ahmed Arif


Leyla Erbil - Ahmed Arif
Ahmed Arif genç yaşında aşık olduğu ve bu aşkı kalbinden uzun yıllar taşıdığı ancak dostluktan öte bir karşılık bulamadığı Leyla Erbil'e pek çok şiir yazmıştır ama en meşhuru muhakkak ki şudur:

Hasretinden Prangalar Eskittim

seni, anlatabilmek seni.
iyi çocuklara, kahramanlara,
seni, anlatabilmek seni,
namussuza, haldan bilmez,
kahpe yalana.
ard-arda kaç zemheri,
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
bir ben uyumadım,
kaç leylim bahar,
hasretinden prangalar eskittim.
saçlarına kan gülleri takayım,
bir o yana,
bir bu yana...

SUSKUNLUK (SESSİZLİK) SARMALI NEDİR? Suskunluk Sarmalı Alman bilim kadını  Elisabeth Noelle Neumann  tarafından geliştirilen bir kuramd...