Evrenin Bir Sanal Gerçeklik Olabileceğinin 10 Kanıtı
1. Evrenin bir başlangıcı var.
2. Evrenin ulaşabildiği bir hız limiti var.
Fiziksel gerçekçilik: Einstein'ın teorisine göre, boşlukta hiçbir şey ışık hızından daha hızlı gidemez. Bu teori o günden bugüne kabul edilegeldi fakat durumun neden böyle olduğu konusunda bir netlik getiren henüz olmadı.
Bu noktada meraklı fizikçilerin sorduğu bir soru var: "Neden nesneler ışık hızından daha hızlı gidemiyor?" Bu soruya verilecek "çünkü gidemezler" cevabı bilim adına hiç de tatmin edici olmayacaktır elbette. Işığın cam ve su içerisinde yavaşladığı biliniyor ve aslında teoride, ışığın ilerleyebilmesi için bir maddeye ihtiyaç var. Örneğin ışık cam içerisinde ilerdiği zaman, aracın 'cam' olduğunu, su içerisinde ilerlediği zaman aracın 'su' olduğunu biliyoruz. Fakat ışık uzay boşluğunda ilerlediği zaman, aracın ne olduğunu kimse söyleyemiyor. Işığın uzayda ilerlemesini açıklayan bir fiziksel teorem bugüne kadar geliştirilemedi. Bunu açıklayabilecek kişiyi büyük ihtimalle bir Nobel Ödülü bekliyor.
Kuantum gerçekçiliği: Eğer fiziksel dünya bir sanal gerçeklik ise, bu dünya bir tür bilgi işleme sürecinin ürünü olmalı. Bu durumda bilgi sonlu bir kümenin ürünü olmak durumunda ve bu nedenle fiziksel dünyayı meydana getiren bilgi işleme sürecinin de bir sonu olmak zorunda. Konuyla ilgili incelemelere bakıldığında, gerçekten de dünyamızın sonlu bir oranda kendini yenilediği ispatlandı. Mükemmel bir bilgisayar işlemcisinin saniyede 10 katrilyon kez işlem gerçekleştirdiğini varsayalım; bizim evrenimiz ise saniyede bundan trilyonlarca kez daha fazla işleme tabii. Fakat ikisinin çalışma prensipleri de aynı. Tıpkı bir bilgisayar ekranının pikselleri ve yenileme hızı olduğu gibi, bizim dünyamız da Planck Uzunluğu ve Plank Zamanı'na sahip.
Senaryoya göre, ışık hızı ulaşılabilecek en yüksek hız çünkü ağ bir hertz'de yalnızca bir piksel aktarabilir, yani Plank Uzunluğu Plank Zamanı tarafından bölünmüş durumda, sonuç saniyede 300.000 kilometre. Cidden, ışık hızının adı uzay hızı olmalıymış.
3. Zaman bükülebilir.
4. Mekan bükülebilir.
Fiziksel gerçekçilik; Einstein'ın Görelilik Kuramı'na göre, bütün varlıklar ve varlığın fiziki olayları izafidir. Zaman, mekan, hareket, birbirlerinden bağımsız değildirler. Aksine bunların hepsi birbirine bağlı izafi olaylardır. Cisim zamanla, zaman cisimle, mekan hareketle, hareket mekanla ve dolayısıyla hepsi birbiriyle bağımlıdır. Bunlardan hiçbiri müstakil değildir. Bununla beraber, güneş dünyayı yörüngesinde tutabilmek için çevresindeki mekanı büküyor. Fakat soru şu: Nasıl olur da mekan bükülebilir? Tanımına bakacak olursa, mekan içerisinde hareketlerin meydana geldiği yerdir ve bu nedenle, eğer mekanda bir bükülme oluşuyorsa, bu mekan bir başka mekanda var olmak zorunda, aksi halde bükülemez. Bu da bizi sonsuz bir bağlanım açıklaması yapmaya itiyor. Ancak ve ancak madde, hiçbir şeyden oluşmayan bir uzayda var oluyorsa, bu hiçbir şeyden oluşmayan uzayın hareket edebilmesi (bükülebilmesi) mümkün olacaktır.
Kuantum gerçekçiliği; 'yavaş' bir bilgisayar aslında yavaş değildir fakat arkaplanda çalışan gereksiz bir program yüzünden yavaşlıyordur. Bu teori bizim evrenimiz için de öne sürülebilir. Casimir Kuvveti'ne göre, uzay boşluğu birbirine yakın olan iki plakaya baskı uygulamaktadır. Günümüz fizikçilerinin birçoğu, bu duruma sanal gerçeklikte yokluktan bir anda var olan maddelerin neden olduğunu iddia etmektedir. Kuantum gerçekliğine göre ise, uzay boşluğu aynı etkiyi yaratacak işlemlerle doludur ve bu nedenle, bir işlem ağı olduğu iddia edilebilecek uzay, bükülmesi mümkün olan üç-boyutlu bir yüzey yaratıyor olabilir.
5. Rastlantısallık.
Fiziksel gerçekçilik; kuantum teorisine göre, kuantumlar tamamen rastgele hareket ederler, yani bir ışınetkin atom canı ne zaman isterse o zaman foton salabilir. Bu tamamen rastlantısaldır ve hiçbir fizik kuralı bunu açıklayamamaktadır. Ek olarak, kuantum teorisne göre, bir fiziksel eylemin gerçekleşmesi için 'dalga fonksiyonu'nun rastlantısal bir şekilde sonlanması gerekir ki, bu da bizi şu sonuca götürüyor: Her fiziksel olgunun aksiyonun arkasında bir rastlantısallık bulunmaktadır.
Fiziksel bir aksiyonun gerçekleşmesi için ortada bir rastlantısallık bulunması gerektiği üzerine araştırmalar yapan Hugh Everett, 1957 yılında 'çoklu-dünya' teorisini ileri sürdü. Deneyle kanıtlanması henüz mümkün olmayan bu teoriye göre, kuantumların yaptığı her seçim sonrasında yeni bir evren meydana gelmekte. Yani bir kuantum maddesinin yapabileceği her seçimin gerçekleştiği farklı bir evren bulunmakta. Örneğin, kahvaltıda kendinize bir tost hazırlamayı seçtiyseniz, doğa tarafından yumurta hazırlamayı seçtiğiniz farklı bir evren yaratılmakta. Everett'in bu teorisi ilk başta herkes tarafından saçma bulundu ama Einstein'ın dediği gibi "ilk bakışta absürd olmayan bir fikirden hiçbir olumlu sonuç alamazsınız." Günümüz fizikçileri bu teoriyi büyük oranda kabul etmiş durumda çünkü evrenin bir rastlantısallık sonucu meydana geldiği fikrinden kurtulmanın tek yolu bu.
Fakat eğer her kuantum tercihi yeni bir evren meydana getiriyorsa, o halde meydana gelen evrenler sonsuzluğun tüm kavramlarının ötesine geçen oranlarda birikiyor demektir. Yani bir anlamda bu imkansızdır. Aslında çoklu-evren fikri, içerisinde yaşadığımız dünyayı tıpkı bir saatin işleyişi gibi tamamen yapısalcı metodlarla açıklamaya çalışan eski usul yaklaşımın yeniden dirilmesi gibi bir şey fakat bu yaklaşım geçtiğimiz yüzyılda kuantum teorisi tarafından geçersiz kılınmış durumda. Yanlış teoriler ölmez, yalnızca zombi teoriler haline gelirler.
Kuantum gerçekçiliği: online olarak oynanan bir oyunun işlemcisi, kendisine random bir değer üretebilir. Bizim evrenimiz de bunu yapıyor olabilir. Yani daha net bir ifadeyle, kuantum hareketleri bizlere rastlantısalmış gibi görünüyor çünkü arkaplanda kalan kullanıcı-sunucu hareketlerine ulaşmaya yetkimiz bulunmamakta. Kuantum rastlantısallığı tamamen anlamsız görünebilir fakat evrim teorisi ile kıyasladığımızda, maddelerin genetik rastlantısallık ile biyolojik olarak evrimleşmesiyle hemen hemen aynı şeydir.
6. Karşıt-madde.
7. Çift yarık deneyi.
8. Kara enerji ve karanlık madde.
Fiziksel gerçekçilik: Günümüz yaklaşımları gözlerimizle deneyimleyebildiğimiz maddeleri tanımlamakla meşgul fakat var olan her şeyin beş katı büyüklükte karanlık madde mevcut. Yıldızlarını etrafında tutan galaksimizin merkezinde bulunan kara delik etrafında bir ışık halkası gibi düşünülebilir karanlık madde. Bu maddeyi gözlerimizle göremiyoruz çünkü hiçbir ışık bu maddeyi aydınlatmıyor. Karanlık madde bir karşıt-madde değildir çünkü gama ışını işareti bulunmamaktadır. Karanlık madde bir kara delik de değildir çünkü yerçekimsel kırılmaya sahip değildir. Fakat bugün bildiğimize göre, eğer karanlık madde olmazsa, galaksimizde bulunan yıldızlar param parça olacak. İnsanlık tarafından bilinen hiçbir madde karanlık maddenin ne olduğunu açıklayamıyor -bir hipotez olarak zayıf etkileşimli büyük kütleli parçacıklar (WIMP) önerildi fakat tatmin edici bir sonuca ulaşılamadı-
Bununla birlikte, evrenimizin %70 kadarının kara enerjiden oluştuğu biliniyor ve fiziğin bu enerji hakkında yapabileceği hiçbir açıklama bulunmuyor. Kara enerji bir çeşit negatif yerçekime sahip ve uzay boyunca yayılarak maddeleri baskılıyor. Bu nedenle evrenin genişlemesine yol açıyor. Şu ana kadar dikkate değer bir genişleme gözlemlenmedi fakat bilim insanlarının söylediğine göre, sürekli genişleyen bir evrende mutlaka bir şeyler zayıflayacaktır. Eğer kara enerji uzayın bir parçası olsaydı, o zaman uzayın genişleme oranıyla doğru orantılı olarak artış gösterirdi fakat durum bunun tam tersi. Şu tarihe kadar kara enerjinin ne olduğunu hiç kimse açıklayabilmiş değil.
Kuantum gerçekçiliği: Eğer boş uzay yalnızca değersiz bir işlemse, o halde evren hiçbir şey olmalıdır ve eğer uzay sürekli genişliyorsa, o halde aralıksız olarak yeni bir evren ekleniyor demektir. Yeni işlem noktaları, tanım itibariyle, ilk döngülerinde bir girdi alır fakat dışarıya hiçbir şey vermez, yani yeni işlemler içine çekiyor fakat dışarıya hiçbir şey vermiyor, tıpkı kara enerji olarak adlandırdığımız negatif etki gibi. Eğer düzenli bir aralıkla yeni evren ekleniyorsa, etkiler zaman içerisinde çok da değişmeyecektir. Sonuç olarak, kara enerji aralıksız olarak devam eden uzay yaratma sürecinin bir ürünü olmalıdır. Bu düşünceye göre, karanlık madde bir kara deliğin yörüngesinde bulunan ışık olmalıdır. Bu nedenle karanlık madde bir nur aylası şeklinde çünkü eğer kara deliğe çok yaklaşırsa içeri çekilir ve delikten çok uzaklaşırsa yörüngeden çıkar. Kuantum gerçekçiliğine göre, kara enerji ve karanlık maddeyi açıklayabilecek bir madde hiçbir zaman bulunamayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder