23 Mart 2016 Çarşamba

                  TİYATRONUN ORTAYA ÇIKIŞI

Yunanlılar (Dionysos)Diyoniz'i Trakyalılar'dan öğrendiler.Esâtire göre (Dionysos)Diyoniz, Zeus ile Semeli'nin gayrımeşru çocuğuydu.(Semele)Semeli hâmileyken, kendisini karanlık gecelerde iğfâl eden Zeus'un gerçek yüzünü görmek istemişti.Zeus buna razı olmadıysa da kadın çok ısrar etti. Fakat ilâhlar ilâhını gören (Semele)Semeli, dayanamayarak yandı.Zeus (Semele)Semeli'nin karnındaki bebeği olsun "kurtarabildi." Daha sonra onu kasığında besledi ve kendisi doğurdu.Ancak Zeus'un bacısı ve kıskanç karısı olan İra (Hera), bu çocuğu, (Dionysos)Diyoniz'i türlü belâlara düçâr etti. Daha sonra Zeus onu "şarap ve eğlence ilâhı" yaptı.
Yunanlılar (Dionysos)Diyoniz'i, yahut ona atfedilen hikâyeyi, çok sevmişlerdi. Diyoniz'in haksızlığa uğramış bir tanrı olduğuna inanırlardı. Adına (Dionysos) Diyonizya Festivâlleri'ni düzenlediler. Çılgınca eğlenirler, su gibi şarap içerlerdi bu festivâllerde. Yanlış bildirilmiyorsa, "bira" denen içki de ilk defa bu şenliklerde, Trakyalılar tarafından çıkarılmıştı. Medenî Yunanlılar, barbar Trakyalıların sözkonusu sefih âdetlerini aynen almışlardı. Halk arasında "maynaslar" olarak bilinen çılgın (Dionysos)Diyoniz rahibeleri festivâllerin şüphesiz en alâka celbeden kesimiydi. Şarabın tesiriyle coşan maynaslar (divâneler), davul ve kaval eşliğinde muhtelif figürler sergilerlerdi. Bu, bir nevî "âyin"di. Tarihçiler, dansın doğuşu olarak, hayvanların ve bazen çocukların merhametsizce katledildiği bu "âyin"leri gösterirler!(Dionysos)Diyonizya şenlikleri dâhilinde zamanla farklı bir temayül belirdi. Ayyaş figürlerden sıkılan bir grup Yunanlı, "drameon-âyin"den "drama"yı çıkardı. Yunanca'da "drameon", "yapılan şey" mânâsına geliyordu; "âyin", öylesine, sallapati, mesuliyetsizce "yapılan şey"di. Fakat "drama", "tekrar yapılan şey" demekti. Böylece Yunanlılar mesuliyetsizce yapılıveren hareketlerden, tekrar, düşünerek ve tasarlayarak yapılan hareketlere geçtiler. Dramayla bir nevî zamanı geri getirdiler; "hayvanî yapma"dan "insanî yapma"ya inkılâb ettiler. Artık (Dionysos)Diyonizya Şenlikleri sürü hâlinde yapılan şeylerden arınmış, ustalıkla yapanlar ve onları seyredenlerin temsil ettiği medenî bir safhaya gelmişti.

M.Ö. 7. asırda Yunanlılar, oyuncu ve seyirci ile beraber, oyun yazarı kişiliğini de netleştirmiş bulunuyordu. Önceleri "orkestra-dansevi" denen mevkilerde, daha sonra "theatron-görme yeri" tabir edilen hususi platformlarda, insan iradesi, insiyakî davranışları şekillendirmeye ve böylece gerçekten sanat mevzuu kılmaya başladı. En nihayet "oditoryum" adı verilen on beş bin kişilik açıkhava mekânları, tiyatro denen dahiyane buluşu seyretmek için koşan Yunanlılarla dolup taştı.
Tiyatronun icâdı, şairler için muazzam bir hadise olmuştu. Onların kelimelerde yaşatmaya çalıştığı mâzi, şimdi malzemesi insan olan ortamlarda canlandırılabiliyordu. Geçmişin tekrarlanması, zamanın geri getirilmesi fikri, şüphesiz heyecan verici bir şeydi. "Teke şarkısı" mânâsına gelen tragedyada, Yunan şairleri bu heyecanı hissediyorlardı. Ve orada kullanılan insan; heykel ve dansta olduğu gibi, sanatın bitişini değil, bilakis başlangıcını temsil ediyor, onun söz ve davranışları olağanüstü fikir ve duyguların ifâdecisi oluyordu.
Aristo'ya göre, tragedyanın mimarı, Thespis'tir. Thespis, gelenekten koparak ilk defâ bir oyuncuyu korodan ayırmış ve dramayla drameon-âyinin farkını ortaya koymuş. Hypokrit adındaki bu oyuncunun vazifesi, koroya cevap vermek, böylece bir diyalog oluşturmakmış. Hypokrit yüzü maskeli ve rol yapan bir kimse olduğu için, "iki yüzlü" mânâsıyla aynîleşmiş. Bugün hâlâ Batı lisânlarında "hypocrite" kelimesi "ikiyüzlü" mânâsına gelir ve bazı doktorların "hipokrat yemini" adı altında giriştikleri davranış -hipokrit yemini- olarak ülkemizde varlığını sürdürür.
Thespis'in dramasında, koro sahnede bir "değerler bütünü"nü temsil eder. Oyuncu ise mutlaka elemli ve âsî bir kahramandır. Koronun yüzü çıplaktır; halktır, ilahlar adına ahkâm kesen yığındır. Oyuncu ise maskeli, karanlık, sorgulayan bir meçhuldür. Sanki malûm ile meçhul çatışır. Meçhul, acılar çeker, direnir, yorulur; sonunda malûmun hükmüne razı olur. Malûmun hükmü, "intikam" (nemesis)'dır.

Tragedya, efsaneyi, o (Homeros)Homer'le (Hesiodos)Hesiod'un anlattığı büyülü dünyayı gözler önüne sermekle, bilhassa Atinalılar'ın büyük ilgisini çekti. Tragedyanın üç dev yazarı (Aiskhylos)Eşilyus,Sofokles ve (Euripides)Evripit, her türlü ihtirama lâyık addedildi. (Aiskhylos)Eşilyus, tragedyaya ikinci oyuncuyu getirmişti. Aristo'ya göre, tiyatroyu tiyatro yapan oydu. Daha sonra Sofokles, oyuncu adedini üçe çıkarmış, böylece tiyatronun imkânlarını genişletmiş ve mevzuunu zenginleştirmişti. (Euripides)Evripit ise şeklî bir değişiklik yapmamış, muhtevayı yenilemekle yetinmişti. (Euripides)Evripit'ten sonra tragedya, artık bir insanın iç sıkıntılarını ve kendi ile hesaplaşmasını ifade edebilir hâle gelmişti. Yine Aristo'dan öğrendiğimize göre, bu üçlüden sonra onlar kadar sevilen, ancak Agaton oldu; o da, geçmişin hatırasına dayanmadan, tamamen kendi hayal ürünü olan oyunu meydana getirdi. Yunanlılar bundan böyle tarihi canlandırmakla da kalmayacak, yeni baştan yapacaklardı.

Fakat Yunanlının barbar ruhu çok geçmeden tiyatroya da el attı ve tragedyaya karşı komedyayı ortaya çıkardı. Komedya, "müstehcen ve eğlenceli şarkılar" mânâsına gelen "komos" kelimesinden türetilmişti. Tarz olarak da, tragedyanın terennüm ettiği yüksek duygulardan hayli uzak, günübirlik serüven ve eğlencelere dönük bir yapı arzetti. Komedya, tragedya gibi eski ve asil olanı aramıyor, dürbününü günün sefilliklerine çeviriyor, bunları mübalağa ile gülünçleştiriyor ve çoğu kez siyasî bir mücadele vasıtası olarak kendini gösteriyordu. Onun bir "mevzu" endişesi de yoktu; gözü "karakter"deydi. Günlük hayatın geveze ihtiyar, kibirli asker, ukalâ delikanlı, sersem fâhişe tipleri mübalağalı ve gülünç kılıklara bürünerek, hayattan kesitler sunuyor, seyirciler de kahkahalar ve gâliz sataşmalarla gününü gün ediyordu. İdealleştirme (idealizasyon) kaygısına yabancı, yüce ve trajik hislere uzak, umumiyetle mutlu sonla biten, hayatı vakıalar ve hicviyelerden ibaret bir terkipte sunan komedya; ilahları, kanunları, cinsiyeti ve o zamana dek halktan hürmet gören herşeyi makaraya alıyordu.
Yunan dünyasında komedyanın en büyük mümessili Aristofan oldu. Aristofan, komedyanın bağımsız bir tür olarak temellerini kurarken, Atinalı Kumandan Kleon'la da sert tartışmalara girdi. "Şövalyeler" isimli oyununda, bir kölenin ağzından, herkesin korktuğu Kleon'u isim vererek tenkit etmesi, Atinalılar tarafından büyük takdir ile karşılandı ve kendisine Diyonizya Şenlikleri'nde birincilik mükâfâtı verildi. Daha sonra en büyük oyunu "Kurbağalar"da tragedyacıları yerden yere vururken, Atina'da iki gün peşpeşe 35 bin kişi tarafından seyredildi. Aristofan oyunlarında Sokrat ve (Euripides)Evripit'i de acımasızca eleştiriyordu. Ona göre Sokrat, gençleri aldatan, köylülere mahsus faziletleri yıkan ve sofistleri mahvetmekle Yunan âdetlerini de mahvetmiş olan bir kişiydi. (Euripides)Evripit ise eserlerinde insanı ve insanîyi aramakla, tiyatroyu anlaşılmaz ve itibarsız bir hâle sokmuştu. Buna rağmen kendisinden Atina hakkında malumat isteyen Sirakuza hükümdârına, Eflâtun'un Aristofan'a ait eserleri göndermesi ilginçtir. Belki de Eflâtun, kötümser bir biçimde, Atina'ya ait herşeyin Aristofan'da mevcut bulunduğunu ima etmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSKUNLUK (SESSİZLİK) SARMALI NEDİR? Suskunluk Sarmalı Alman bilim kadını  Elisabeth Noelle Neumann  tarafından geliştirilen bir kuramd...