TÜRKLER
ve ŞEHİR
Türkler
göçebe bir yaşam
sürüyorlardı, binlerce yıl devam etti bu. Daha sonra önce
Uygurlar Çin etkisiyle, Batıya giden Oğuzlar da Arap etkisiyle
yerleşik yaşama geçmeye başladılar... Yüzlerce yıl devam etti
bu yaşam tarzı değişikliği. "Oğuz ili, köçip, çeküp
yürümedik yol bar mı? Üyün (evin) tutup, oturmadık yer bar mı"
atasözünün gösterdiğince binlerce yıl göçebe yaşamışlardı.
Bu yaşam tarzında şehir yoktu esasen. Ama Türklerde şehir var
mıydı yok muydu konusunda bugün araştırmacılar farklı görüşler
ileri sürüyorlar… Bazıları Türklerin şehir kurduğu ile
ilgili kanıtlar gösterirken bazıları da buna itiraz etmektedir.
Ben de dil üzerinden giderek konuyla ilgili bir şeyler
söyleyeceğim. Yaslandığım temel ilke şudur: Eğer bir topluluk
kendi yaratımı bir “şey” ortaya koyuyorsa onun adı da aynı
dil içersinden olur; ama eğer bir topluluğun yaşamına dışarıdan
bir “şey” giriyorsa onun adı
a)
karşı dildendir
b)
karşı dilden tercümedir.
c)
halkın bozuşturmasıyla oluşmuştur.
Yani
o şeyi alan topluluk adıyla birlikte alır, o ad ya bütünüyle
kalır ya da halk ona – telaffuz güçlüğü, benzetme ve mizah
ilişkisi, akılda kalıcılık gibi nedenlerle- yeni bir isim
uydurur. Mesela tren adıyla birlikte kalmıştır da “dolmuş”
daha sonra halkın esprisiyle oluşmuştur; şimendifer (chemin de
fer, Fransızca “demir yolu”) halkın bozuşturmasıyla
oluşmuştur. “Şehir” konusuna da şehir yaşamını ifade eden
sözcüklerin etimolojsi üzerinden yaklaşılabilir, hatta iddiam
odur ki tarihi kaynaklar çarpıtma payı ve dışarıdan bakış
nedeniyle asla dilin kendisi kadar sağlam sonuçlara götüremez
bizi. Öyle ya eğer Türkler şehir yaşamına (yerleşik hayata)
kendiliklerinden geçmişse şehirle ilgili özellikle şehir
mimarisi ile ilgili yüzlerce sözcük bulunması gerekmez mi
Türkçede. Yok eğer bu sözcükler hep başka dillerden geçmiş
ise ortada tercüme bir yaşam biçimi ve adlandırma var demektir.
Bazı
“uygarlıkçı” araştırmacılar arasında dönen tartışmalara
bakarsak konu muallaktadır. Milliyetçi olanlar Türklerin çok
erken dönemlerde şehir yaşamına geçtiklerini, diğerleri de
Türklerin hiçbir zaman medeni bir millet olmadıklarını ispata
çalışırlar! Aslında "medeniyet"i olumlamak bakımından
aynı safta olan bu zihniyetlerin görece karşıtlığı bir kenara
konduğunda asıl olumlu sayılması gerekenin, insanın kendi
bedenine, doğaya yabancılaşmadan yaşayabileceği, tahakkümün
olmadığı bir yaşam biçimi olduğu hemen kavranabilir... Ve
bellidir ki bu tür bir yaşamın sona ermesi şehirlerle olmuştur.
İnsan türü şehirlerde yaşamaya başladıktan sonra doğadan
kopmuş, sınıfların tesisi, ekonominin kurumsallaşması ve
devletin, ulusun tahakkümü mümkün kılan özellikleri ancak
bundan sonra egemen bir yaşama formu haline gelebilmiştir. Bunlara
ara ara yine bakmak lazım ama ben şimdi sözcüklerin
etimolojisinden yola çıkarak Türk- şehir ilişkisine değineceğim.
Eski
Türkler, şehre en önce balık/balıg diyorlardı. Balıg için
Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lugati't Türk'te şöyle diyor:
Kale,
kent. İslamiyet öncesi dinsiz kabilelerin lehçelerinde ve Uygur
lehçesinde kullanılır. Buradan hareketle Uygurların en büyük
kentlerinden birisine beş balıg(beş kent) denir.
Kaşgarlı
Mahmud “balıg” için ikinci bir madde daha açmış ve şöyle
diyor:Balıg: Çamur (argu lehçesi)
Balıg
sözcüğünün Türkçe olduğuna kuşku yoktur ve Erol Göka bu iki
anlam arasında bir ilişki olabileceğine dikkat çekerek şöyle
diyor:
Kaşgarlı
Mahmud’un Divan-ı Lugati’t Türk adlı eserinde sözcük “kent
çevresinin duvarlarla tahkim edilmesi demek olan “balıglama”
kelimesine bağlanır. Balıglama ile Argunca “balçık”
kelimesinin aynı kökten geldiğini ve Türklerin kentlerini
balçıktan yani kerpiçten yaptıklarını ileri sürenler de vardır
ancak bu adlandırmanın biraz aşağılama içermesinden dolayı,
kent yaşamını benimsemeyen göçebeler tarafından yapıldığı
tahmin edilir. Nitekim “balıg” toplumları da göçebeleri
“taşra” (dışarı) diye adlandırmışlardır. ( Türkün
Göçebe Ruhu, shf. 28)
Erol
Göka’nın yorumu doğru görünüyor. Kaşgarlı Mahmud’un
balıglama için verdiği karşılık aynen şöyle:
Uygur
lehçesinde yakınında bir kale olan ya da bir kalenin çevresine
kurulan bir kent için de bu ad kullanılır.
Kaşgarlı’nın
sözlerini “kale balıglandı” şeklinde okuyup anlarsak, yani
önceden sadece kale olan yer şimdi şehirlendi, yerleşim haline
geldi, daha doğru olacaktır.
Balçık;
yumuşak ve yapışkan hale gelmiş, getirilmiş. Bana kalırsa
balçık ile, hepsi de yumuşamak, sıvı ve yapışkan hale
gelmek’le ilgili olan bılkım, bılk, bılkımak, bıngıl bıngıl,
bıngıldak kelimeleri ilişkilidir, aynı kökten gelirler. Balıg
sözcüğü de muhtemelen "bal" dan geliyor, -ıg eki zaten
benzeme ilişkisi kuran bir ek. Balıg bala benzeyen yani, bal
kıvamında olan. Zaten diğerlerinde de bu kıvam ilişkisi
belirgin. Özetlersek Türklerde yerleşimi ifade eden balıg
sözcüğünün kökenini çamur'a, balçık'a, tuhaf ama bal'a
bağlamak doğru görünüyor. Erol Göka adı geçen kitabında eski
metinlerde geçen “balıg” sözcüğünün bilinen manada şehir
olup olmadığı ile ilgili kesin bir bilgi olmadığını söylüyor,
uzun uzun alıntılamayayım. Ama "balıg" varsa, bu
bildiğimiz anlamda şehirse, Türkler "şehir"de yaşamaya
karar verdiler ve bu tür yerleşimlere "balıg" dedilerse
şehirle ilgili daha pek çok kavram ve isim olması, en azından
"temel"i ifade eden bir sözcük (temel Yunanca) olması
gerekmez mi? Yani temel'i olmayan "ev"lerden oluşuyor bu
"balıg". Peki bu ne anlama gelir? Kalıcı bir yerleşim
özelliği göstermediğini bu "balıg"ların.
“Balıglanma”
sözcüğünün Uygurca oluşu da önemli; çünkü Uygurlar yerleşik
yaşama ilk geçen Türk boyudur. Çin medeniyeti ile temasları
sonrasında yerleşik hayata geçiyorlar ve Göç destanında da
belirtildiği üzere bu onların felaketi oluyor. Ama balıg sözcüğü
Argu lehçesidir ve balçıg da Oğuz lehçesidir, bunlar ise göçebe
boylardır. Gerek Göktürk kitabelerinde gerekse diğer metinlerde
balıg sözcüğünün kullanımı tam olarak şehir çağrışımı
vermemektedir.
“Balıg”tan
bahsedilen yerlerde dahi kağanın çadırından söz edilmektedir.
İki ihtimal söz konusudur;
1-
Balıg sözcüğü ile balçık arasında ilişki bulunmayabilir,
etimologlar daha akla yakın bir açıklama bulamadıkları için
böyle bir saptamada bulunmuş olabilirler.
2-
Balıg sözcüğü balçıg’tan geliyorsa, muhtemelen Oğuzlar ve
Argular, önce karşılaştıkları şehirlere bu ismi verdiler,
zaman içersinde kendi “oba”larını, yani geçici yerleşimlerini
de bu şekilde adlandırdılar.
Bence
ikincisi doğrudur, ama bu etimolojik iz sürmenin kapısını aralık
bırakalım.
Türklerin
şehir için kullandığı diğer sözcüklerden “kent” sözcüğü
Soğdcadır, şehir, malum Farsçadır. Türklerin çok çok büyük
bir çoğunluğu binlerce yıl göçebe yaşadılar, en erken
Uygurlar yerleşik hayata geçti ki orada da Çin medeniyeti ile
temas ve bu medeniyetin baskısı, Kağanların Çin yönetici sınıfı
ile kurdukları ilişkiler, Çin rahiplerinin etkisi vardı. Bilge
Kağan Abidesinde bu açıkça anlatılmaktadır. Eskimolar kendi
yaşama biçimlerini, Bedeviler, Kızılderililer, Afrikalılar kendi
yaşama biçimlerini hiçbir zaman seve seve değiştiremezler, yaşam
biçimimiz bizim varoluş şeklimizdir, bunun kendi doğallığı
içersinde değişimi yüzbinlerce yıl içinde, yavaş yavaş ve
uyarlayarak olur. Yoksa din değiştirmeler, hayat tarzı
değiştirmeler, öyle resmi tarih tarafından sunulduğu gibi, bir
gecede hidayete erme şeklinde olmamıştır. Bunların hepsinin
altında Bilge Kağan’ın dediği gibi “kanın nehirler gibi
akması, kemiklerin dağ gibi yığılması” vardır. Türkler ve
hiçbir göçebe topluluk daha ileri bir yaşama biçimi olarak
gördüğünden "yerleşmemiştir", hepsi kılıç zoru ile
olmuştur. Bunun en önemli kanıtı Türkçedir. Şehircilikle,
mimari ile ilgili neredeyse tek bir sözcük vardır. O da yukarıda
vurguladığım gibi başlangıçta Türkler tarafından “yatuk”ların
yaşadığı yerlere verilen “balıg”tır, çamurla, balçıkla
yani nispeten olumsuz bir içerikle ilişkilendirilmiştir.
Bir
an için balıg sözcüğünün yukarıda açıklamaya çalıştığım
şekilde oluşmadığını, Türklerin bir bölümünün yerleşik
hayata kendiliklerinden geçtiğini, bundan memnun olduklarını
varsaysak bile o zaman karşımıza peki bu “balıg”larda
yerleşik bir hayatın dayattığı pek çok mimari kavram ve
bunların adı da olması gerekmez mi sorusu çıkacaktır. 14.
Yüzyıl sonrası oluşan Türkçe sözcükleri dışarıda
bırakırsak -bunlar bütünüyle tercüme bir yaşamın tercüme
sözcükleridir- şehircilikle ilgili kavramlar ve sözcükler
etimolojisi bize Türklerin yerleşik hayata geçmediklerini
göstermektedir.
Bakalım;
Türkçe; balıg, ev ( başlangıçta çadır anlamında)kiriş
(okçulukla ilgili); köy (Ermenice), kasaba, mahalle, cadde, sokak,
mezra, bina, cephe, mekan, harç kubbe, sofa,imar, mimar, ikamet,
muhtar, vali, belde, belediye, kaymakam,inşa, inşaat, kalıp,
sahil, iskan, kule, sahan, tesisat ( Arapça); bulvar, salon, kolon,
balkon, plan, site, antre, apartman, fayans, mozaik, kanal,
kanalizasyon, kadastro, panjur, depo, şantiye, şömine, teras
(Fransızca); kemer, payanda, merdiven, baca, pencere, perde, rıhtım,
nirengi, kireç , pafta, sütun (Farsça) tonoz, temel, bodrum,
kiremit, tapu, tuğla, ızgara (Yunanca) cumba, çimento, iskele,
kameriye (İtalyanca).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder