25 Mart 2016 Cuma

YAZININ DOĞUŞU-II

M.Ö. 3. Binyıldan başlayarak Ortadoğu’daki bütün büyük kültürler ya bir yazı sistemi icat etmiş ya da bir başkasından alarak kullanmıştır. Bu yazılardan, Antikçağ dünyasında en yaygın olan ve bugün en iyi bilinen sistemler, Eski Mısır’daki hiyeroglif yazısı ile Mezopotamya halklarına özgü çivi yazısıdır. Mısır yazısının kullanımı, Nil Vadisi’nin Sudan’a kadar olan bölümü, Filistin – Fenike kıyıları ve Sina Yarımadası’yla sınırlı kalmıştır. Oysa çivi yazısı ve bu sistemle yazıya geçirilmiş olan Sami (Asur – Babil) dili, bin yıla yakın bir süre boyunca tarihteki ilk uluslar arası iletişim aracı olmuştur.

Elamlılar(İran’ın güneybatısı), Hititler (Anadolu), Hurriler(Kuzey Suriye) ve Kenanlılar( Filistin ve Fenike’de) diplomatik ve ticari yazışmalarının yanı sıra edebiyat ve din metinlerinde de Mezopotamya dilini ve yazısını kullandılar. Mısır’da Yeni Krallık dönemi firavunlarının diplomatik yazışmalarını, çiviyazısında ustalaşmış katipler yürütürdü. Aynı dönemde başka yazı sistemleri de ortaya çıktı, fakat bu yazıların yayılmaları sınırlı kaldı. Hititler, Mısır’dakinden daha farklı bir hiyeroglif kullanıyorlardı. Girit’e gelince, başlangıçta bir hiyeroglif sistemi kullanıldı, daha sonra, Mykenai uygarlığına da miras kalacak olan yaklaşık 80 işaretli çizgisel bir yazı sistemi (Lineer B) icat edildi.

1. Binyılda alfabenin ortaya çıkışı, yazı tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Mısırlılar, yüzyıllardan beri ulusal yazı sistemi içinde sessiz harfleri yazıya geçirebiliyorlardı. M.Ö. XIV. Yüzyılda Ugaritliler, 27 sessiz ve 3 sesliden oluşan alfabelerini yazıya geçirmek için sadece 30 işaretlik basit bir çiviyazısı kullandılar. Fakat bunlardan hiç biri yaygınlaşmadı. Alfabeye dayalı yazı sistemi ancak XI. Yüzyıldan sonra, Fenike kıyılarından başlayarak genelleşti. Bu önemli yenilik, toplumsal yapıdaki bir değişikliği de beraberinde getirdi: Saray ve tapınak okullarında uzun bir eğitimden geçerek yetişen katiplerin rolleri ve önemleri artık azalmaya başlamıştı.

Ugarit yazısı - Alfabeye geçiş

ALFABE

I. Binyılın sonunda Yunanlılar, Fenikelilerden esinlenen bir alfabe kullanır. Bu Mezopotamya yazı sistemlerinin uğradığı son değişimdir.
Alfabe yazısı, insanlarla ürünlerin, fikirlerle düşünsel yeniliklerin daima iç içe girdiği Akdeniz çevresinde ve Kenan (Fenike ve Filistin) ülkelerinde ortaya çıktı.
Birinci binyıldan beri alfabe oluşturma yönünde birçok girişim olmuştu: hiyeroglif işaretlerini temel alan yaklaşık 30 işaretlik basit bir yazı kullanan (M.Ö. 1800’ e doğru) muhtemelen Asya kökenli Sinalı madencilerin girişimi bunlardan biridir. Mısır’la Kenan dünyasının kaynaştığı, Biblos’ta, hiyerogliften yola çıkılarak benzer şekilde hece değerine veya sessiz harflere dayanan 75 işaretli bir sistem oluşturuldu. Asıl yeniliği ise Ugarit yazıcıları yarattı. Mezopotamya işaretleri gibi kile kazınan çiviyazısı görünümündeki karakterler aslında daha o zamandan gelecekteki alfabe sisteminde yerini alan 30 harften oluşuyordu. Ugarit, yani Kenan dünyasının dini edebiyat metinleri, bu yazıyla bize ulaşmıştır. Ugarit “alfabesi” sadece bu siteyle sınırlı kalırken, “eski” olarak adlandırılan Sami alfabesi, bugün kullandığımız alfabe sistemlerinin kökenini oluşturdu. İlk kez XI. Yüzyılda, Biblos Kralı Ahiram’ın lahti üzerine kazılı metinde ortaya çıktı; yalnızca sesli harf değerindeki 22 işaretten meydana geliyordu. Bu sistem sırasıyla Aramlar, İbraniler ve Fenikelilertarafından kullanıldı. Tüccar ve denizci olan Fenikeliler, seferleri sırasında bu sistemi özellikle batıya Kıbrıs ve Ege’ye taşıdılar. Bu sistemden esinlenerek yola çıkanYunanlılar kendi alfabelerini yarattılar. Dünyada ilk kez, sessiz ve sesli harflerin yazıya dökülmesine dayalı ilk gerçek alfabeyi kullananlar, M.Ö. XI. Yüzyılda Yunanlılardır.Etrüskler tarafından yeniden ele alınan ve İtaliklere, daha sonra da Latin halklarınaaktarılan bu alfabe, tüm Akdeniz dünyasında kullanılacaktır.

                Çivi Yazısı

HİYEROGLİF’TEN DEMOTİKE’YE

Önceleri hiyeroglif niteliğinde olan Mısır yazısı, zamanla basitleştirilerek, daha kolay ve herkesin öğrenebileceği bir yazıya dönüştürüldü.
M.Ö. 3000 yılına yaklaşırken, Mısır’da 3 bin yıl boyunca kullanılacak olan ve hiyeroglif işaretlerine dayanan yazı sisteminin temelleri atılmıştı. Çeşitli hayvanlar, göz, güneş, aletler gibi çoğu kolayca tanınabilen 700 kadar işaretleri vardı. Bu yazı, başlangıçta resim çizimine dayanıyordu (çizilen resim bir nesneyi veya eylemi temsil ediyordu). Ama başından beri, her bir işaretin bir sesi temsil ettiği ses çizimlerini göstermekteydi. Ördek çizimi, hayvanın kendisini temsil ediyordu; ama ördeğe sa dendiğinden, aynı işaret “oğul” anlamına gelen sa sesini de çağrıştırabilirdi. Yazıcı, okuyucunun karışıklığa düşmesini önlemek için, metni ek işaretlerle dolduracaktı: İşaretin kullanımının ideogram (sözcüğün anlamını az çok temsil eden işaret – nesne) veya fonogram (ses işaretleri) olarak taşlar üzerine kazındığını belirten uyarılar ve hece değerini gösteren ses ekleri.


           Yazı Çeşitleri

Mantığı ne olursa olsun, bu yazının öğrenilip okunması zordu ve hızlı yazmaya da elverişli değildi. Taşlar üzerine kazınan veya lahitler ve mezarların üzerine resmedilen metinlerde kullanılan hiyeroglife paralel olarak işlek bir yazı daha gelişmişti. Mürekkebe batırılan ezik uçlu bir kamış yardımıyla papirüs üzerine çizilen hiyeratik – hiyeroglif yazısı, hiyeroglif işaretlerinin basitleştirilip üsluplaştırılmasıyla oluşturulmuştu. Birleştirme işaretleri ve kısaltmalarıyla, gündelik yaşamın gereklerine hizmet ediyor, adli, idari ve özel yazışmalarda, döküm ve sayımlarda, ayrıca, edebi, dinsel ve bilimsel metinlerde kullanılıyordu. M.Ö. 700’e doğru, daha da basitleştirilmiş yeni bir işlek yazı, hiyeratik – hiyeroglif yazının yerini aldı. Yunanlılar buna “demotike”, yani “halk yazısı” adını verdiler; çünkü yaygın biçimde kullanılıyor ve konuşma dilindeki yeni biçimleri yazıya geçirme olanağı sağlıyordu. Papirüs veya ostrakon (çömlek kırıkları) üzerine uygulanan demotike yazısı, bin yıldan fazla bir zaman anıtların üzerine kazınan ve hiyeroglif kullanılan metinlerle, papirüs üzerine yazılan ve hiyeratik – hiyeroglif yazısının kullanıldığı metinler dışında her alanda yeterli oldu.


Demotik yazı hiyeroglif yazısının basitleştirilmiş halidir.

ÇİVİYAZISI SİSTEMİ

Dördüncü bin yıldan itibaren Mezopotamya Halkları çiviyazısı adı verilen ve M.S. 1. Yüzyıla kadar kullanılacak olan bir yazı geliştirir.
Eski Mezopotamya’da ilkyazı işaretleri, mal sayımı, tayın ve erzak dağıtımı gibi çok somut ihtiyaçlara cevap vermek üzere ortaya çıktı. Bütün yazı sistemlerinde olduğu gibi, önce bir nesneyi veya bir eylemi temsil eden kalıplaşmış resimler biçimindeki harfler belirdi. Sümer Uygarlığı, birkaç yüzyılda basit resim çizimlerinden, bir fikrin ve bir sesin anlatımına geçmeyi başarmıştı. Mesela başlangıçta oku gösteren işaret ( Sümerce’de ti), ti’nin ses değerini ve soyut bir şey olan “hayat” anlamını alırken; yazımı da üsluplaşıp genişleyerek ilk baştaki resimden iyice uzaklaşmış oldu. Sümerler böylece, M.Ö. 2600 yılına varıldığında, 150’si hece ses değeri taşıyan, diğerleri ise ideogram (nesne işareti) veya iogogram (somut veya soyut bir gerçekliği temsil eden işaret) işlevlerini koruyan yaklaşık 600 işaretten yararlanmaktaydı.
Mezopotamya’ya M.Ö. 2300 ‘den itibaren yerleşen Sami Akkadlar bu yazıyı benimsediler. Fakat Sümer yazısı, temelde tek heceli bir dile göre tasarlandığından ilk olarak Akkadlar, kendi dillerindeki sözcükleri her işaret (Sümerlerden alınan) bir heceyi gösterecek biçimde bölmek zorunda kaldılar. Ti işareti, hece değeri dışında hala “hayat” demekti, fakat bu soyut gerçeklik artık ti (Sümerce) yerine balatu (Akkadca) olarak telafuz ediliyordu.
M.Ö. 1800’e doğru, Babil Kralı Hammurabi zamanında Mezopotamya dünyasında konuşulan Akkad dili, çok geçmeden kuzeyde Asur ve güneyde Babil dilleri olarak ortaya çıktı. Yazıcılar, bu dili yazıya dökmek için, daha sonra güneşte veya fırında kurutacak oldukları ıslak kil tabletlere çiviyazısıyla (“çivi biçiminde”) işaretler kazıyordu. Her işaretin ( toplam 500’ten fazla işarete rastlanmıştır) bir veya daha fazla hece değeri ve genellikle bir yada daha fazla anlam değeri vardı. Dolayısıyla yazan veya okuyan herkes, binlerce olası anlamı tarayıp içlerinden birini seçmek zorundaydı; bunu da ancak meslekten olan kişiler, yani yazıcılar yapabiliyordu. Böylece yazıcılar, toplumda giderek artan bir etkiye sahip oldular.




ÇÖZÜLMÜŞ ESKİ YAZILAR

Derin bilgi, tutku ve sezgiyi birleştiren XIX yüzyıl araştırmacıları, Mısır ve Mezopotamya Uygarlıklarının yazılarını çözmüştür.
Çözücüler, çalışmaları sırasında iki sorunla karşı karşıya kaldılar: bir yanda gerçek anlamıyla yazı sorunu, öte yanda ise yazı sisteminde kullanılan dil sorunu. Dolayısıyla, biri önceden bilinen iki (veya daha çok) yazı sisteminin kullanıldığı belgeler gerekliydi.Rosette (veya Reşit) Taşı’ndaki Yunanca metni okumada bir sorun çıkmıyordu; en azından hiyeroglif ve hiyeratik yazıyla bu dikili taşta yazılı metinlerin içeriği biliniyordu. Daha sonra bilim adamları, ellerindeki metnin yazımında hangi dilin kullanılmış olduğuna dair bir varsayımda bulunmak zorunda kaldılar. Champollion, Eski Mısır dilinin, Mısır Hıristiyan Kilisesi’nin ayinlerinde kullanılan Kıpti dilinde hala sürdüğü fikrini ortaya attı.Rawlinson ise, Bisütun’daki Elamca ve Eski Farsça metinleri aydınlığa kavuşturduktan sonra, başka araştırmacılar ile birlikte kalan metnin Babilce olduğunu ve Arapça ve İbranice’den yola çıkılarak yapılarına ulaşılabilecek bir Sami dilinin söz konusu olduğunu ileri sürdü. Her iki uzman da haklıydı: bir çok bilim adamının çılgınca değilse de pürüzlü bulduğu bu varsayımlar binlerce saatlik çalışma sonucunda ortaya konmuştu.

ÇÖZÜCÜLER:

1754.Rahip Barthêlemy, Fenike ve Palmira metinleri için kesin bir okuma yöntemi önerdi.
1799. 2 ağustos.Nil Deltası’nda Ptolemaios V. Epiphanes’in bir buyruğunun hiyeroglif, hiyeratik ve yunan yazılarıyla yazılmış kopyasını taşıyan Rosette Taşı gün yüzüne çıkarıldı.
1822. J. – F. Champollion’un Mısır yazı ilkelerini açıkladığı Lettre â M. Dacier’si (Sayın Dacier’ye mektup) yayımlandı.
1824.Champollion’un Prêcis du systeme hiêroglyphique des anciens Enyptiens (Eski Mısır Hiyeroglif Sisteminin El kitabı) adlı eseri yayımlandı.
1835’ten sonrası. İngiliz R. C. Rawlinson, İran’ın Bisütun köyünde, o zamana kadar bilinmeyen üç ayrı yazı sistemine göre Eski Farsça, Elamca ve Babilce (Akkadca) olarak çiviyazısıyla yazılmış, I. Dara’nın (M.Ö. 516) kahramanlıklarını yücelten bir metni kopya etti.
1845. Rawlinson Eski Farsça metni çözdü.
1853. E. Norris, Elamca metni çözdü.
1857. Aynı metnin Babilcesi dört ayrı bilim adamına verildi ve hepsi de aynı çeviriyi yaptı.
1858. Jules Oppert, çiviyazısının çözülmesine katkıda bulunan Expêdition Scientifique en Mesopotamie (Mezopotamya’ya Bilimsel Yolculuk) adlı eserini yayınladı.
1905. F. Thureau – Dangin, Sümer yazı ve dilbilim sisteminin özgünlüğünü ortaya koydu.
1917. Çek Hrozny, çivi harfleriyle yazılmış Hitit metinlerinin, artık çözülebilen bir Hint- Avrupa dilini yazıya geçirmeye hizmet ettiğini ortaya çıkardı.
1945. Kilikya’da Karatepe’de iki dilde yazılmış bir dikili taş bulundu; metnin Fenike dilindeki örneği sayesinde hiyeroglifle yazılmış Luvitçe ( Hititçe’ye yakın bir dil) metin çözülebildi.
1953. M. Ventrisve J. Chadwick adlı İngiliz araştırmacılar, Lineer B adı verilen yazıyla oluşturulan metinlerin Eski Yunanca (Mikene Dili) olduğunu saptadı; Lineer B, yaklaşık 90 işaretten oluşan bir hece yazısıydı.
Kaynak: THÊMA LAROUSSE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSKUNLUK (SESSİZLİK) SARMALI NEDİR? Suskunluk Sarmalı Alman bilim kadını  Elisabeth Noelle Neumann  tarafından geliştirilen bir kuramd...