24 Mart 2016 Perşembe

Yazının Doğuşu-I

ilk-yazı.jpg (576×556)
İlk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir.
Sümerce’nin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle benzerlik gösterse de dil bu gruba dahil edilemez. Sümerce bugün yapılan pek çok araştırma Hint-Avrupa Dil Ailesi’nden çok sondan eklemeli yapısı sebebiyle Japonca, Korece, Moğolca ve Türkçe ile yakın akrabalıkları tahmin edilmektedir.
Bu konuda araştırmalar yapan yazar İbrahim Okur, Sümerce’nin Türkçe ile olan yakınlığını çeşitli kaynaklar göstererek göz önüne sermiştir. Her ne kadar Sümer halkı iktidarı daha sonraları başka halklara bıraksa da, her zaman en yaygın konuşulan dillerden olmuştur. Özellikle dini kayıtlarda büyük bir öneme sahip olmuştur. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ..Çünkü Sümer diliyle Türkçe arasında o kadar benzerlik var ki… Mesela Sümerce alım-Türkçe alımlı, bab-baba, dim-dimdik, es-esmek, gim-kim, güles-güleç, ib-ip, ir-er, kıya-kıyı, ulu-ulu, kusu-koşmak gibi…sözleriyle Sümerce-Türkçe arasında bir akrabalık olduğunu savunmaktadır.
Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları da Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devletidir denebilir. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar “fidye ve bedel” sistemine dayanıyordu. Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi’dir. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır. Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır.Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. Akadlar tarafından egemenliklerine son verilmiştir.
yaziyi-kim-buldu.jpg (389×307)

Tarihte İlk Kimler Yazıyı Kullandı? 

Bilinen en eski yazı sistemi Sümerler tarafından M.Ö. 3200 yıllarına dayandığı Arkeolojik kazılarda bulunan Sümer tabletlerinden anlaşılmaktadır.
Sümer rahipleri yazıyı, tapınak ve depolarda bulunan malları kaydetmek amacı ile kullanmışlardı. Bu kayıtları tutarken bu işlemleri gerçekleştirenlerin isimlerini belirtme sorunu doğmuştu. Bunun üzerine kişi isimlerinin heceleri nesne adlarına benzetilerek ilgili nesnenin resimleri çizildi. Kısa zamanda o nesnelerin işaretleri nesneyi değil, o nesnenin adındaki sesleri belirtmeye başladı. Bu şekilde, hecelerin seslerini simgeleyen işaretler kullanılarak kayıtlar tutuldu. Böylece zamanla günlük konuşmaların seslerini belirten işaretler ortaya çıkmış oldu.
Yazı birdenbire ortaya çıkmadı. İnsanlar önce mağara duvarlarına, kaya ve taşlara yaşadıkları olayları anlatan resimler yaptılar. Ancak bu resimler bir olayı anlatsalar da yazı niteliği taşımamaktaydı. Zamanla bu resimlerin gelişmesiyle ideografik yazı şekli ortaya çıktı. Olaylar yine resimlerle belirtiliyor ancak resimler, kendisini değil de anlamını tanımlıyordu. Örneğin bir kuş resmi kuştan ziyade “uçmak” eylemini anlatmak için kullanılıyordu.
Mısırlılar, bu resimlerle yazının her iki şeklini de genişletip basitleştirdiler. Buna hiyeroglif yazısı denmektedir. Mısır hiyeroglifinde üç binden fazla işaret olduğu tespit edilmiştir. Bu yazı resimlerden kurtulamadığı için alfabeye geçememiştir.
Hititler ve Persler, yazılarını kilden tuğlalar üzerine ucu sivri bir çubukla yazarlardı. Onun için yazıları çok ince, çivi biçiminde çizgilere benzerdi. Bu nedenle kullandıkları yazıya “çivi yazısı” adı verilmiştir.
En eski Çin hiyeroglifleri MÖ 1766 yılına aittir. MS 200′lerde ise son şeklini bulmuştur. Bundan sonra bazı mahallî değişikliklere uğramıştır. Ancak, büyük bir değişiklik göstermemiştir. Çinliler bugün de hiyeroglif yazıyı kullanmaktadırlar.
Fenikeliler, Suriye’nin sahillerine yerleşmişlerdi. Ülkeleri tarım bakımından yetersiz olduğundan denizcilik ve ticaretle uğraşmışlardı. Bu nedenle ticaret yaptıkları ülkelerin uygarlıklarını incelemişler ve yaymışlardı. Bunun sonucunda 26 harften meydana gelen bir alfabe doğdu. Bu alfabe, Yunanistan’dan İtalya’ya geçti. Oradan da bütün Avrupa’ya yayıldı.
Çoğu tarihçiye göre tarih çağları, yazının bulunması ile başlar. Çünkü insanların yaşadıkları olaylar yazının bulunması ile kayda alınmış ve bununla birlikte günümüze kadar korunmuştur.

Yazının İcadı 

Harfler bir ülkeden öteki ülkeye bir ulustan öteki ulusa geçerken bir başka gezi daha yapıyor. Taşların üzerinde papirüse papirüsten mumlu levhalara mumlu levhalardan parşömene ve parşömenden de kağıda geçiyorlardı. Kumlu toprağa ekilen bir Ağaç killi ve bataklık bir alana ekilen ağaçtan nasıl değişik şekilde büyürse; harfler de taştan kağıda geçen süreçte öylece görünüşlerini ve biçimlerini değiştirdiler. Taş üstünde dik ve dümdüz yükseliyor kağıdın üzerinde yuvarlaklaşıyordu. Balmumu üzerinde de yıldız biçiminde kıvrıldılar. Balçık üstünde çivileştiler yıldız iğne biçimi aldılar. Hele kağıt ve parşömen üzerinde sürekli kıllık ve biçim değiştirdiler.
Yazı yazmak için çok çeşitli araçlar kullanılmıştır. Hiç elimizden düşürmediğimiz kağıt Kalem dünün icadıdır. Biraz daha öncelere ilk insanların resimlerden yazının henüz doğmakta olduğu çağlara dönersek o zaman yazı yazmanın inanılmayacak kadar zor olduğu görülür. Çünkü o günlerde bu iş için gereken araçlar yoktu. Herkes ne ile neyin üzerinde nasıl yazacağını kendisi düşünüp bulmak zorundaydı.
O dönemin araçları arasında taş koyunun kürek kemiği balçık yaprağı çanak çömlek parçaları yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi şeyler hep bu dönemde kullanılıyordu. Bütün bunların üzerine sivriltilmiş bir kemikle ya da çakmak taşıyla kaba bir resim çiziktirmek mümkündü. İslam Peygamberi
Hz. Muhammed kutsal kitap Kuran-ı Kerim’i koyunları kürek kemiği üzerine yazdırmıştı. Eski Yunanlılar halk toplantılarında oylarını şimdi yapıldığı gibi kağıt üzerine değil de çanak çömlek (ostrakon)lar üzerine yazarak verirlerdi.
Papirüs bulunduktan sonra bile birçok yazarlar yoksulluk yüzünden yazılarını çanak çömlek parçaları üzerine yazmak zorunda kalmışlardı. Eski yunan bilginlerinden birinin kitap yazmak için evindeki bütün çanak çömleği kırdığını anlatırlar. görevle Mısır’da bulunan eski Romalı Asker ve memurlar; bir aralar papirüs yetersizliğinden hesap pusulalarını çanak çömlek parçaları üzerine yazmışlardır.
Ama palmiye yaprakları ile ağaç kabukları yazı yazmaya çok daha uygundu. Papirüs bulunmadan çok önce bunların üzerine iğne ile yazı yazılmaktaydı. Hindistan’da bir çok kitap palmiye yaprakları üzerine yazılmıştı. Yaprakların kenarları bir ölçüde kesildikten sonra iplikle dikiliyordu. Bu kitabın kenarları altınla yaldızlanır ya da renk renk boyanırdı. Böylece çok güzel bir kitap meydana gelmiş olurdu. Ormanca zengin olan ülkelerde kayın ve ıhlamur ağacı kabuklarından yapılmış yapraklar üzerine yazı yazılırdı.
Bununla birlikte çok eski çağlardan itibaren bir yazı yazma yöntemi vardır onu bügünde kullanmaktayız. Bu taş üzerine yazı yazmadır. Taştan kitap kitapların en uzun yaşamlısıdır. Bunda 4000 yıl önce eski Mısır mezar tapınaklarının duvarlarına yazılmış olan upuzun hikayeler günümüze kadar gelmiştir.
Çamurdan Kağıda Doğru
İnsanlar çok eskiden beri taştan daha hafif ama onun kadar dayanıklı bir nesne aradılar. Tunç üzerine yazmayı denediler. Bir zamanlar sarayları ve tapınaklarını süslemiş olan üzerleri yazılı tunç levhaları bugün de görmek mümkündür. Bazen bu levhalardan birinin bütün bir duvarı kapladığı da olurdu. Levhanın iki yüzüne yazı yazılmışsa levha bir zincirle asılırdı.
Anlatırlar Fransa’da Blois kentinde tunçtan bir kilise kapısı vardır. Bu kilise kapısı bir kitabı andırır. Kapının üstünde Kont Etienne ile Blois kenti arasında yapılmış bir Antlaşma yazılıdır. Bu antlaşma gereğince halk Kont’un şatosu etrafına bir duvar çekmeyi kabul ediyor; buna karşılık Kont da şaraptan aldığı vergiyi halka bağışlıyordu. Şarabı içenler çoktan dünyadan göçtüler etrafındaki duvar yıkıldı. Buna karşılık tunç kapının kanadı üzerinde kazılmış olan antlaşma hala durmaktadır.
Bir ilginç yazı yazma yönetimi daha vardı
Bir zamanlar Dicle ile Fırat boylarında yaşayan Asurlularla Babilliler çok eskiden kullanmışlardı. Koyuncuk’ta eski başkent Ninova yıkıntıları arasında Austen Henry Layard adlı bir İngiliz Asur hükümdarı Asur Banibal’ın kitaplığını buldu. Bu içinde bir yaprak kağıt bile bulunmayan çok ilginç bir kitaplıktır. Bu kitaplığın bütün kitapları lüleci çamurundandı.
Lüleci çamurundan oldukça büyük ve kalın levhalar hazırlanırdı. Yazıcı yazısını üç köşeli sivri çomağıyla bu levhaların üzerine yazardı. Çomak çamurun içine batırılıp hızla çekilince kalın başlayıp incecik kuyruk halinde biten bir iz meydana gelirdi. Babilliler ve Asurlular böylece çok çabuk yazı yazarak çivi yazısının düzgün ve incecik satırlarıyla levhaları (tabletleri) doldururlardı. Bu iş bittikten sonra daha dayanıklı olması için çömlekçiye verilirdi. Eski Asurlular da çömlekçiler kitap pişirirlerdi. Böylece taş gibi dayanıklı kitaplar oluşurdu.
Asurlular balçık üzerine yalnız yazı yazmazlar basma da yaparlardı. Değerli taşlardan kabartma resimlerle süslü merdane biçiminde mühürler kazırlardı. Bir antlaşma yaptıklarında bu merdaneyi balçık tablet üzerinden geçirirlerdi. Böylece tablet üzerinde çok iyi seçilebilen bir mühür çıkardı. Basmalar üzerindeki desenler bugün bu yolla yapılmaktadır. Rotatif basma makinesi de bu türde çalışmakta ve yazılar merdanenin üzerinde bulunmaktadır.
Papirüs Bulunuyor
Mısırlıların icat ettikleri kitap ise çok garipti. Uzun çok uzun ve yüz metrelik bir şerit düşünün: Bu şerit kağıttan yapılmışa benzerse de bu genelde “acayip” bir kağıttı. Elinize alıp ışığa tutarsanızincecik bir çok çapraz çizgilerden yapılmış karelerden meydana geleceği görülecektir. Bir parçasını koparırsınız gerçekten de tıpkı hasıra benzeyen bir takım-eritlerden örülü olduğu kolayca anlaşılır. Görünüşte bu kağıt; sarı parlak ve perdahlıdır. Balmumu levhalar gibi kolay kırılabilir de…
Üzerindeki satırlar şeridin uzunluğunca değil de dikine onlarca hatta yüzlerce sütunlar halinde yazılmıştır. Eğer satırlar şeridin uzunluğunca yazılmış olmasaydı her satırı okumak için şeridin bir başından öteki başına kadar gidip gelmek gerekirdi. Bu garip kağıt kendisinden daha garip bir bitkiden elde ediliyordu. Nil kıyılarının bataklık yerlerinde çıplak uzun gövdeli ve tepesinde püsküllü olan yine garip görünüşlü bir Bitki yetişmekteydi. Bu Bitkinin adı papirüstü. Dil bilim olarak da kelime bir çok dilimize geçmiştir. Papier (Almanca ve Fransızca) paper (İngilizce) olarak dünya dillerinde örnekleri vardır.
Yazı Yazmada İlk Araçlar
Mumu bilmeyenimiz yoktur. Balmumundan bir kitabı görenlerimiz ise çok azdır. Yağ gibi eritilebilen bir kitap tuğla kitaplardan da şerit kitaplardan da çok daha yadırgatıcıdır. Romalıların icat ettiği balmumundan kitapların neredeyse geçen yüzyılın başarında Fransız devrimine kadar kullanıldığını bilenler pek azdır. Balmumundan kitap bizim cep defterimiz büyüklüğünde birkaç levhadan yapılmıştır. Her levhanın ortasında buraya sarı ya da siyaha boyanmış balmumu doldurulurdu. Bu levhaların iki köşesinde delikler vardır. Bu deliklerden geçirilen kurdelalarla levhalar birbirine bağlanarak bir kitap halini alırdı. Birinci ve sonuncu levhanın dış yüzeylerinde balmumu bulunmazdı. Böylece kitap kapandığında balmumu iç yüzündeki yazıların silinmesinden korkulmazdı.
Bu levhaların üzerine neyle yazılıyordu. Kuşkusuz Mürekkeple değil. Bu iş için bir ucu sivriltilmiş öteki ucu yuvarlaklaştırılmış çelik kalemler kullanılıyordu. Kalemin sivri ucu ile yazar yuvarlak ucu ile de düzeltir ya da silerlerdi. İşte bizim silmek için kullandığımız lastiklerin ilklerinden biri de buydu. Balmumu yazı tahtaları çok ucuzdu. Dolayısıyla karalamalar notlar günlük hesaplamalar bunların üzerine yazılıyordu. Roma’ya uzak Mısır’a getirilen papirüs pahalıydı. Bu yüzden de yalnız kitap yapmakta kullanılıyordu.
Ancak şimdi kurşun kalemin ve ucuz kağıdın ortaya çıkışından sonra balmumu levhalardan vazgeçilebildi. Oysa bir kaç yüzyıl öncesine kadar hiçbir öğrenci kemerinde bir balmumu levha olmadan edemezdi. Daha papirüsün en parlak döneminde ona zorlu bir rakip türemişti. Parşomen!!!
Çok eski zamanlardan beri çobanlıkla geçinilen uluslar yazılarını evcil ve yaban hayvanı derileri üzerinde yazarlardı. Ama derinin yazı yazmaya uygun bir Madde;yani parşomen haline gelebilmesi için iyice terbiye edilmiş olması gerekti. Bakın bu nasıl olmuştu:
Anadolu Yine Önde
Eski Mısır’ın İskenderiye kentindeki kitaplıkta bir milyona yakın papirüs tomarı bulunuyordu. Bu kitaplığın zenginleşip büyümesinde Ptolome Sülalesi’nden gelen Firavunlar çok çalışmışlardı. Böylece İskenderiye kitaplığı uzun yıllar boyunca dünyanın en önde gelen kitaplığı oldu. Fakat bir süre sonra bir başka
kitaplık Anadolu’daki Bergama kenti kitaplığı onunla yarışmaya başladı.
O sırada hükümdarlık eden Mısır Firavunu Bergama kitaplığını acımasızca cezalandırmaya karar verdi ve ülkesinden papirüs gönderilmesini yasakladı. Bergama hükümdarı da buna karşılık şöyle bir önlem düşündü: Yurdunun en usta adamlarını yanına çağırıp koyun yada keçi derisinden papirüs yerini tutacak ve yazı yazmaya yarayacak bir madde hazırlamalarını buyurdu. İşte o Günden sonra Bergama dünyaya parşomen satan bir yer haline geldi. Yunanca “pergament adını alan Parşomen doğduğu kentin (Pergamon) adını alarak böyle icat olmuştu. Kısa bir süre sonra Parşomeni katlanabileceği ve defter haline getirilebileceği anlaşıldı. Ayrı ayrı yapraklardan dikilmiş kitap da böyle ortaya çıktı.
Zamanla Mısır’da Papirüs daha az üretilmeye başlandı. Hele Araplar Mısır’ı aldıktan sonra Mısır’dan Avrupa ülkelerine olan papirüs gönderilişi büsbütün durdu. İşte ancak o gün parşomen kesin bir zafere ulaştı. Bu pek de olumlu bir zafer değildi. Roma imparatorluğu bu olaydan bir kaç yüzyıl önce kuzeyden ve doğudan gelen yarı ilkel kavimlerce yıkıma uğratılmıştı.
Bitmez tükenmez savaşlar bir zamanlar zengin olan kentleri ıssız bir duruma getirmişti. Her geçen yıl yalnız bilginlerden değil okuma-yazma bilenlerinin sayısını da azaltmıştı. Parşomen kitap kopya etmeye yarayan biricik araç olarak kaldığında onun üstüne yazı yazacak kişi de hemen hemen kalmamış gibiydi. Romalı kitapçıların büyük kopya işlikleri çoktan kapanmıştı. Yalnız kral saraylarında ağdalı bir dile mektuplar yazan yazıcılar kalmıştı. Bundan başka kuytu ormanlar da ya da ıssız vadilerde kaybolmuş manastırlarda sevap işlemek için kitap kopya eden keşişlere de rastlamak mümkündü.
Kitap
O çağlarda kullanılan Mürekkep de Romalıların ya da Mısırlıların kullandıkları Mürekkepten ayrıydı. Parşomen üzerine yazmak için deriye iyice sinen ve silinmesi kolay olmayan özel dayanıklı bir mürekkep icat olunmuştu. Bu mürekkep bugün de bir çok mürekkeplerin yapıldığı gibi mazı soyundan (mürekkep kozası) demirsülfattan ve reçineden (ya da Arap zamkından) yapılırdı.
İşte artık kağıdın icat edilmiş olduğu Günlerden kalma eski bir elyazmasında bulunan ve o zaman ki mürekkeplerin nasıl yapıldığını anlatan bir reçete: “Mazıları bir Ren şarabı içine atarak güneşe ya da Sıcak bir yere bırakınız. Elde edilecek sarı suyu bir bezden süzdükten sonra ve mazıları da ezdikten sonra bu suyu başka bir şişeye doldurunuz. Bunu unla karıştırmış demir sülfat katınız. sık sık bir kaşıkla karıştırınız. Güzel bir mürekkep elde etmiş olursunuz. Mazıların yeter derecede Ren şarabının da mazıların içinde kaybolacak miktarda olması gerekir. İstediğimiz ölçüyü tutturabilmeniz için demir sülfatı azar azar koyunuz. Mürekkebi kaleminizle kağıdın üzerinde bir deneyiniz. İstediğiniz kadar siyah olmadığını görürseniz koyultmak için bir Reçine tozu katınız sonra da dilediğinizi yazınız!”
Bu eski Mürekkebin şaşırtan bir özelliği vardı. O mürekkeple yazıldığından önceleri yazının rengi çok soluk olurdu. Aradan bir süre geçtikten sonra yazı kararırdı. Bizim şimdiki mürekkeplerimiz ise içlerine boya katabildiğimiz için daha iyidir. Bu nedenle de bunları yalnız okuyan değil yazan da iyi görebilir. Bir dönemler nasıl papirüs parşomene yenildiyse eninde sonunda parşomen de yerini hepimizin bildiği kağıt’a bırakmak zorunda kaldı.
Çinliler Kağıdı Yapıyor
Kağıdı ilk yapanlar Çinlilerdir. 2000 yıl kadar önce daha Avrupa’da Yunanlılar ve Romalılar ünlü Mısır papirüsleri üzerine yazı yazarken Çinliler kağıt yapmayı çoktan biliyorlardı. Kağıt yapmak için bambu lifleri bazı otlar ve eski paçavralar kullanılıyordu. Bunları bir dibek içinde Suyla karıştırıp Hamur haline getiriyorlardı. Bu Hamurdan da kağıt yapılıyordu. Burada kalıp olarak incecik bambu kamışıyla ipekten kafes şeklinde örülmüş çevreler kullanılıyordu.
Kalıbın üzerine kağıt kurumadan biraz dökülüp liflerin birbirine yapışması ve keçe haline gelmesi için kalıp her tarafa eğilirdi. Su kafesin deliklerinden akar kafesin üstünde de ıslak kağıt tabakası kalırdı. Bu tabakayı dikkatle kaldırır bir tahtanın üzerine serer ve güneşte kuruturlardı.Sonunda bu kurutulmuş kağıt yapraklarından bir tomarını tahtadan yapılmış bir baskı aracının altına koyarlardı.
Kağıt Asya’dan Avrupa’ya gelinceye kadar birçok yıllar geçti. Bu iş bazı aşamalardan geçti 704 yılında Araplar Orta Asya’da Semerkant kentini aldılar. Orada ellerine geçirdikleri bir çok ganimet arasında kağıt yapmanın sırrını da alıp ülkelerine götürdüler. Bu yolla Arapların eline geçen kağıt nedeniyle Sicilya İspanya ve Suriye gibi ülkelerde kağıt fabrikaları kuruldu. Suriye’nin Avrupalıların Bambiç diye adlandırıldıkları Manbiç kentinde de bir fabrika kurulmuştu.
Arap tacirleri karanfil biber ve güzel kokular gibi doğu mallarıyla birlikte Avrupa’ya Manbiç kağıdı da götürüyorlardı. Kağıtların en iyisi bütün tabakalar halinde satılan Bağdat Kağıdı sayılıyordu. Mısır’da çeşitli kağıt türleri yapılmaktaydı. Bunların arasında çok büyük tabakalar halinde yapılan “İskenderiye kağıdı”ndan tutun da güvercin postalarında kullanılan küçücük tabakalara kadar her türlü kağıt vardı.
Bu tür kağıt eski paçavralardan yapılmaktaydı. Siyah benekli bir rengi vardı. Işığa tutulduğunda yer yer paçavra parçaları bile görülüyordu. Avrupa’nın kendi kağıt fabrikaları ya da o günlerin deyimiyle “kağıt değirmenleri” görülünceye kadar aradan yüzyıllar geçti. Artık XIII. yüzyılda bu tür kağıt değirmenlerini görmek mümkündü.
Baskının Önderi
Bu sıralarda Almanya’nın Mayence kentinde Johanm Gensfleich Gutenberg adlı bir adam kendi bastığı kitabı yani baskı makinesiyle basılan ilk kitabı gözden geçirmekteydi. Harflerin biçimiyle kitabın düzenli elyazması kitapları çok andırıyordu. Fakat aralarındaki fark yine de uzaktan bile görülüyordu. Siyah ve okunaklı harfler törene çıkmış askerler gibi düzgün ve dimdik duruyorlardı. Yazıcının (hattat) yazı kalemiyle savaşa tutuşan baskı makinesi çok kısa zamanda onu alt etti. Çünkü elle ancak uzun yıllar süresince yapılan kocaman eserler baskı makinesinde bir kaç günde bastırabiliyordu.
Git gide el yazması bir kitapla baskı makinesinde basılan bir kitap arasındaki benzerlik gittikçe azaldı. Yavaş yavaş harfler yazmak çok zordu. Oysa baskı makinesi bunu kolayca yapabiliyordu. Böylece kocaman kalın kitapların yerini baskı makinesinde basılmış harfleri okunaklı küçük kitaplar aldı.
Elyazması kitaplardaki her resmi ressamlar yapmak zorundaydı. Baskı makinesinden basılan kitaplarda ise elle yapılan resimlerin yerini gravürler aldı. Yazı yazan makine yani baskı makinesi aynı zamandan resim yapan makineye dönüştü. Böylece birkaç saat içinde yüzlerce gravür” yapmak” mümkün oluyordu. Bütün bunlar kitapları ucuzlattı. Günümüzün kitaplarında gördüğümüz başlıklar iç kapaklar dış kapaklar gömme başlıklar bizi hiç şaşırtmaz. Sayfa başındaki sayılar bize çok doğal görünür. Kelimeleri virgülleri gördüğümüzde de “Bu da ne oluyor” diye şaşırmazsınız herhalde.
Oysa kitaplarda iç kapağın başlığın gömme başlıkların ve virgüllerin olmadığı dönemler vardı. Bütün bunların ne zaman ve niçin ortaya çıktığını kesin olarak söylemek bile mümkündür. Sözgelişi dış kapak 1500 yılında şu nedenle ortaya çıkmıştır. Eskiden kitaplar basılmaz yazılırdı. Bunlar büyük bir çoğunlukla satış için değil ısmarlama olarak yazılırdı. Bu yüzden kitap yazanın kitabı reklam etmesine hiç gerek yoktu.
Basımevleri için durum daha da farklıydı. Bir basımevi yüzlerce binlerce sayıda kitap basılıyordu. Hem bu bastığı kitaplar ısmarlama olarak değil doğrudan doğruya satış içindi. Bu kitaplara alıcı bulmak gerekliydi. Bunun için kitabın adını birinci sayfaya büyük harflerle basmak gerekiyordu. İşte böylece kitap kapağı ortaya çıkmış oldu. O dönemde kitabın ilk sayfası kitapçı dükkanının kapısına asılırdı. Bu kitabın çıkışını bildiren bir ilan demekti.

Yazının icadı

M.Ö. 45.bin yılında yaşayan insanlar, düşüncelerini kayaların ve mağara duvarlarının üzerine resimlerle yansıtmayı öğrendiler. Son Buzul Çağı’nda yaşayan atların, bizonların ve boğaların resimlerini içeren mağaralar, İspanya’nın Altamira, ve Fransa’nın Lascaux  yörelerinde ortaya çıkarıldı.Bu resimlerin yazıya dönüşebilmeleri için aradan yüzyıllarca yıl geçmesi gerekti. M.Ö. 20 bin ve 6500 yılları arasında insanlar,  yumuşak taşlan ve kemikleri kullanmaya başladılar. Fransa’nın İspanya sınırına yakın bölgesindeki Ariege yöresinde bir mağarada, çizildikten sonra kırmızı ve siyaha boyanmış geometrik şekiller bulundu. Afrika’nın çeşitli kesimlerinde bulunan üzerleri çizilmiş kemikler,  kuşkusuz bir dönemin belgeleriydi. Sümerce, yazıya dökülebilen ilk dil oldu. Ama belirli bir alfabesi de yoktu. Basit  resimler halinde yazılan Sümerce metinlere Irak’ ta, Basra Körfezi’nin yakınlarında rastlandı. Bu metinler, M.Ö. 3500 yılından  kalmaydı. Sümerler, çivi şeklinde ve üçgen iz bırakan bir aygıtla, balçık ve kil tabakalarından yaptıkları plakalar üzerine yazılarını  yazdılar. Sonra bu küçük tabletler, güneşin altında pişirilerek kurutuldu. Binlercesi, en küçük bir hasar görmeden günümüze kadar  ulaşabildi.  Bunlardan bazılarında, Sümer din adamlarının ekonomik işlevlerini gösteren altın, kumaş ve inek listeleri vardı.  Sümerlerin ekonomik etkinlikleri, çevrelerindeki Persleri. Babillileri ve Asurluları da çivi yazısını öğrenmeye itti.
Mısır’da belirli  sembollerin belirli sözcükleri ve sesleri simgelediği hiyeroglif yazıları, M.Ö. 3000 yılından itibaren kullanılmaya başlandı. Düşünceler ya da öyküler, resimlerle yazılan bir tür steno tekniğiyle anlatılıyordu. Örneğin gövdesi olmayan bir çift bacak, “gitmek”  sözcüğünü simgeliyordu. Başsız iki göz, “görmek”, kapalı bir çift göz de “ağlamak” anlamındaydı. Mısırlılar, papirüsü bulduktan sonra,  hiyeroglif alfabesindeki şekilleri de kalemle ya da fırçayla yazılabilecek şekilde değiştirdiler. M.Ö. 700 yılında hiyeroglif yazısı  üçüncü evrimini gerçekleştirdi ve ortaya çıkan son biçim; modern Arap alfabesinin de temelini oluşturdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSKUNLUK (SESSİZLİK) SARMALI NEDİR? Suskunluk Sarmalı Alman bilim kadını  Elisabeth Noelle Neumann  tarafından geliştirilen bir kuramd...